22 Kasım 2012 Perşembe


Hisar İntercontinantal Hospital Tüp Bebek (IVF) Merkezi Direktörü Doç Dr. Birgül Gürbüz, tüp bebek merkezlerinin toplum tarafından yanlış bilindiğini belirterek, “Tüp bebek merkezi olarak önceliğimiz, erkekte olsun kadında olsun kısırlığı tıbbi veya cerrahi yöntemlerle tedavi ederek, aileleri normal yoldan bebek sahibi yapmaktır. Tüp bebek bizim için en son çaredir.” dedi.

Türkiye’de ilk tüp bebek merkezi 1978 yılında Ege Üniversitesi’nde kuruldu. O günden bugüne tüp bebek yöntemiyle doğan bebek sayısı 50 bini geçti. Geçen 34 yıla rağmen tüp bebek konusu toplum tarafından yeterince anlaşılabilmiş değil. Tüp bebek merkezleri sadece tüp bebek yönteminin uygulandığı, hatta başkasının spermi ile aileler çocuk sahibi yapıldığı gibi çok yanlış bir düşünce oluştuğundan, bu merkezlerden uzak durulmuş. Tüp bebek merkezleri ne tür hizmetler verir? Uygulamalar nasıldır? Kimler tüp bebek merkezlerinden hizmet almalıdır? Burada alınan sperm ve yumurtaların başkası ile karışma tehlikesi var mıdır? Ailelerin yasal güvencesi var mıdır? Kısırlığın nedenleri ve tedavi yöntemleri nedir? Bu ve merak uyandıran soruları sizler adına Doç. Dr. Birgül Gürbüz’e sorduk. Tüp bebek konusunda 33 yıllık tecrübesiyle ve çok sayıda hastaneye tüp bebek ünitesi kurmasıyla tanınan Doç. Dr. Gürbüz dergimiz vasıtasıyla çok önemli açıklamalar yaptı, ailelere çeşitli konularda uyarılarda bulundu.
Sizi tanıyabilir miyiz? Tüp bebekle ilgili çalışmalarınız ne zaman başladı?
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirdikten sonra yurt içinde ve yurt dışında çeşitli kurumlarda çalıştım. 1991 yılında Amerika’ya gittim. Burada Johns Hopkins Üniversitesi Üreme Endokrinolojisi, İnfertilite ve Tüp Bebek Bölümü’nde çalıştım. Oradaki yenilikleri, teknikleri öğrenme imkânım oldu. Türkiye’ye döndükten sonra bir süre daha uzman olarak çalıştım. 2005 yılında ise İstanbul Zeynep Kamil Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne geçerek burada Tüp Bebek ünitesini kurduk. Bu ünitenin kurucu hekimlerindenim. Burada Doçent ünvanımı aldıktan sonra da devletten emekli oldum. Sonra TDV İstanbul 29 Mayıs Hastanesi’nin talebi üzerine burada da tüp bebek ünitesini kurdum ve 5 yıla yakın çalıştım. Ardında da Hisar İntercontinantal Hospital’e geçerek burada en yeni teknolojik cihazlarla donanımlı güzel bir tüp bebek ünitesi kurduk. Çok yakın zamanda da ilk tüp bebeğimiz doğdu.
Tüp bebek yöntemi nedir? Size sadece çocuğu olmayan aileler mi başvuruyor, başvurmalıdır?
Tüp bebek yöntemi çocuk sahibi olamayan hastalara çare amacıyla ortaya çıkmış, evli çiftlerin sperm ve yumurtasının laboratuvar ortamında döllenerek kadının rahmine yerleştirilmesiyle çocuk sahibi olmalarını sağlayan bir yöntemdir. Sonradan tıp bilimi ilerledikçe, özellikle genetik hastalıkla doğabilecek bebeklere de çare olmaya başlamıştır. Genetik
rahatsızlığı bulunan karı kocanın sperm ve yumurtaları incelenir, hastalık taşıyan yumurta ve sperm ayrılıp sağlıklı sperm ve yumurta laboratuvar ortamında dölleniyor. Döllenen embriyolardan da bir parça alınarak tekrardan genetik rahatsızlık taşıyıp taşımadığı incelenir. Eğer embriyoda hiçbir rahatsızlık yoksa kadının rahmine transfer ederek sağlıklı bir bebeğe kavuşmaları sağlanıyor. Bu önemli bir gelişmedir. Genetik hastalık riski taşıyan evli çiftler bize başvurabilirler.
Peki, aileler nereden bilecek doğacak çocuklarının genetik rahatsızlığı olup olmayacağını? Bunun belirtileri var mıdır?
Her iki tarafın ailesinde herhangi bir rahatsızlık yoksa bu çok maliyetli olduğundan gerek yok. Ancak, ailenizde ve sizden önceki nesillerde küçük yaşta kayıplar, bilinen genetik hastalıklar varsa, erken düşükler yaşanıyorsa, akraba evliliği varsa o ailelere çocuk düşünmeden önce ön taramaya, kontrole gelmelerini tavsiye ederim. Akraba evliliği yapmış olanlara kan testi analizi yapıyoruz. Eğer genetik rahatsızlık belirtisi varsa tüp bebek yöntemini tercih etmelerini isterim. Bize de genelde bir iki bebek kaybı yaşayan aileler gelirler. Biz isteriz ki; bu tür kötü tecrübeler yaşanmadan taramalarını yaptırsınlar.
Tüp bebek için gelen bir kadın ve erkek öncelikle hangi tetkiklere tabi tutuluyor?
Tetkiklere öncelikle erkekten sperm alarak başlıyoruz. Sperm analizi yaparak, yapısında bir bozukluk, sperm sayısı, rengi, hareketlilik oranı, vb. durumlarına bakıyoruz. Kadında ise hormon testi istiyoruz. Bazı hastalarımızın rahmine özel ışıklarla hastalık ve rahim içi perde olup olmadığını tetkik ediyoruz. Gerekli durumlarda sarılık, AIDS, kızamıkçık vb tetkikler de istiyoruz. Bu tetkikler neticesine bakarak tedavide izleyeceğimiz yönteme bakıyoruz.
Tetkikler sonucunda kaç çeşit hastalık ve kaç çeşit tedavi yöntemi ortaya çıkıyor? En çok rastlanan durum ve tercih edilen tedavi yöntemi nedir?
Çok çeşitli hastalıklar ortaya çıkabiliyor. Genel olarak bakacak olursak, erkekte sperme bağlı hastalıklar olabiliyor, kadında ise rahime bağlı hastalıklar, yumurtalara ait sebepler, tüplere ait sebepler, karın içinde bazı yapışıklar olabiliyor. Aşama aşama hepsini tedavi ediyoruz. Tıbbi tedavi gerekiyorsa tıbbi tedavi, cerrahi müdahale istiyorsa operasyonla hastalığı gideriyoruz. Bütün bunların neticesinde yine gebelik olmayabiliyor. İşte o zaman tüp bebek yöntemine başvuruyoruz.
Tedavi süreci ne kadar sürmektedir?
Eskiye oranla bugün çok daha kolaylaştı. Hastanın durumuna göre ortalama 2 ila 3 hafta kadar sürüyor. Muayene süreci kısadır. 2-3 gün arayla bu süreçte kontroller ve tedavi yapılır. Tedavi süreci içinde hasta işte çalışabilir. İşlemler süresince bir gün anestezi vardır, o gün çalışamaz. Diğer günler işine devam edebilir. Yani bir aylık süreçte bütün işlemler bitmiş, problem kalmamışsa hamilelik gerçekleşmiş oluyor. Eskisi gibi yıpratıcı süreçler yok.
Tüp bebek tedavisine gelenler için bir ön şartınız var mı, varsa nedir?
Bizim için en önemli şart, çiftlerin evli olduğunu evlilik cüzdanı ile belgelendirmeleridir. Dini nikâh ile dahi evli olsalar kabul etmiyoruz. Önce resmi bir evlilik yapın öyle gelin diyoruz. Bu şekilde evlendirdiğimiz çok aile var. Bu hem bayan hem de çocuk için önemli bir güvencedir. Bu sayede resmi evlilik yapan kadınlar bize çok teşekkür ediyorlar.
Hiç spermi olmayan bir hasta başkasına ait bir spermle tüp bebek yapılması yönünde bir teklifle karşılaşıyor musunuz?
Çocuğu olmadığı için aile ve toplum baskısından kurtulmak için sperm bankamızın olup olmadığını soranlar maalesef oluyor. Bakıyorsunuz aile muhafazakâr ama cahil. Çocuğu olmadığı için kendisini çok kötü hissediyor. Ailesinin dağılacağından korkuyor. Ancak diğer türlüsü çok daha tehlikeli, karmaşık sonuçlar doğuracak haberi yok. Ailelerin bu konuda yeni evlilere anlayışlı olmaları gerekiyor. Tamam, toplumumuzda çocuğun çok önemli bir yeri var. Ama çocuk yapabilme durumu yoksa ne yapacaksınız. Anlayış şart.
Türkiye’de tüp bebekte başarı oranını yükseltmek, bu işin ticaretini yapmak isteyen kurumlar veya kötü niyetliler başka birisine ait spermi veya yumurtayı kullanabilir mi? Veya spermler karışabilir mi? Böyle bir vaka veya risk var mıdır? Bu konuda yasal güvence nedir?
En çok sorulan soru, tüp bebekler karışır mı? Sperm ve yumurtalar başkasıyla karışır mı?
Bizim merkezimizde her hastanın embriyosu ayrı bir dolapta üniteye konuluyor. Diğer hastanelerde olduğu gibi büyük dolap kurup raf raf ünite yapmak yerine her hastaya ayrı ünite dolabı tahsis ediyoruz. Çok aşamalı bir kontrol sistemimiz var. Karışma ihtimali sıfırdır. Zaten bunun yaptırımı da vebali de çok büyük. Hasta istesin veya istemesin başkasının spermi ile tüp bebek yapılması ülkemizde yasaktır. Dış ülkelerdeki merkezler bunu zaten yapıyorlar. Aileden habersiz hekim böyle bir şey yapamaz, yapmaz da zaten. Çünkü böyle bir durum genetik testte çok çabuk ortaya çıkabiliyor. Dolayısıyla hekim veya hastane böyle bir riski niye alsın? Bunun çok ciddi yaptırımları var. Hiçbir kurum milyonlarca lira dökerek kurduğu merkezini 5 – 10 bin lira için tehlikeye atmaz. Böyle bir vaka hiç duymadım. Merdiven altı yapılabilecek bir şey de değil. Bu konuda kimsenin şüphesi olmasın.
Tavsiye ettiğiniz bir yaş var mıdır?
Eğer aileler bir yıl hiç korunmamış ve de gebelik yaşanmamışsa bizim kliniğimize gelmelidirler. İllaki tüp bebek olacak değil, gebeliği engelleyen hastalık, etken ne ise onun tespiti ve erken yaşta tedavisi için gelsinler. Evli çiftlerin 35 yaşını geçmişse 6 ay içinde gebelik yaşanmamışsa hemen müracaat etmelerinde fayda vardır. Bu arada evli olmayan 18-19 yaşındaki erkekler eğer testislerinden ameliyat olacaklarsa, kanser veya başka hastalık nedenlerinden dolayı ameliyat öncesi bize gelip spermlerini dondursunlar. Ola ki ameliyat sonrası sperm üretimi durabilir, hasta çocuk sahibi olma imkânını kaybedebilir. Sonrasında çok pişman oluyorlar. Buna yasal olarak kanunlar da izin veriyor.
Tedavi sonrasında hamilelik gerçekleşsin veya gerçekleşmesin alınan sperm ve yumurtalar ne yapılıyor?
Biz alınan yumurtaların tamamına işlem yapıyoruz. On yumurta aldınızsa on tanesi de zaten döllenmiyor, 7-8′i dölleniyor. Ve her aşamada da yumurta kaybı yaşanıyor. Döllenen yumurtalarda geriye kalanlara bakıyoruz. Birinci kalite olanı rahme yerleştiriyoruz. Arta kalan yumurtalarda da birinci kalite var ise hastaya “Bunları isterseniz dondurabiliriz. Beş yıl yasal olarak saklama hakkımız var. Gebelik olmaz ise, ki düşük yaşanabilir, o zaman veya ikinci çocuğu istediğinizde, çocuğunuzun küçük yaşta vefatından sonra da kullanabiliriz” diye teklif ediyoruz. Yumurtalar 2. ve 3. kalitede ise zaten ölüyorlar, saklama durumumuz yok. Dondurulan yumurtalar için ailelerin her yıl imza vermeleri gerekiyor. Evli karı kocadan biri öldü veya boşanma yaşandı ise yumurtalar imha ediliyor. Evli aileler bizzat gelip imza vermezler ise kurumun imha etme hakkı var.
Hisar Hastanesi olarak tüp bebek yönteminde getirdiğiniz yenilikler, kolaylıklar nedir?
Bizim işimizde teknoloji ve tecrübe çok önemli. Bu açıdan baktığımızda bizim cihazlarımız en son teknolojiye uygun cihazlar. Hasta ünitelerimiz daha güvenli, bir hastanın embriyosunu alacağınız zaman diğer hastaların embriyoları dış etkilerden hiçbir zaman etkilenmiyor. Özellikle erkek kökenli kısırlıklarda çok önemli bir teknolojik üstünlüğümüz var. Her merkezde olmayan bir cihaza sahibiz. Tüp bebek merkezlerinde sperm ararken 400-450 defa büyütülerek sperm araması yapılıyor. Bizde ise 6 bin 500 defa mikroskopta büyüterek sperm araması yapıyoruz. Yani diğer tüp bebek ünitelerinde netice alamamış, sperm bulunamadı raporu verilmiş hastalar için ümit olabiliyoruz. Bu gebelik oranlarını artıran bir unsurdur. Burada daha butik hizmet alabiliyorlar. Bu üstünlüklerimize karşın her kesime hizmet sunabilmek için paket fiyatımız iğneler dahil 5 bin lira’dır.
Embriyo canlı insan kabul edilebilir mi? Bir hekim olarak görüşünüz nedir? Bir yumurta insan hüviyetine ne zaman kavuşuyor?
Aslına bakarsanız yumurta da canlıdır. Sperm de canlıdır. Önemli olan vücut dışında hayatiyetini devam ettirip ettirmemesidir. Siz o embriyoyu en fazla 5-6 gün rahim içine koymazsanız bu zaten yaşamaz. Yani embriyo dışarıda hayatiyetini devam ettiremeyecekse yumurtadan farkı yoktur. Canlı olarak kabul edemeyiz.
Hisar Hastanesi olarak teknik imkânlar ve hizmet bakımından kendinizi dünyanın neresinde görüyorsunuz?
Dünya ile aynı imkânlara sahibiz. Hatta biz ünitemizi yeni kurduğumuzdan teknik imkan ve cihazlar olarak, ilgi ve alaka bakımından hasta ile empati kurabilme açısından çok daha iyi olduğumuzu söyleyebilirim. Bize yurt dışından hastalar geliyor. Orada tedavi olmuşlar ama gebe kalamamışlar. Burada daha ilk denemede gebe kalabiliyorlar. Ben onu şuna yoruyorum; çocuğu bizim kadar önemsemiyorlar, hasta ile empati kuramıyorlar. O yüzden özellikle Avrupa ülkelerinden çok sayıda hasta bize geliyor çok da güzel neticeler alıyoruz. Bu nedenle dünya ülkelerinden bizim fazlamız var eksiğimiz yok.
Çocuğu olmayan ailelere tavsiyeleriniz nelerdir?
Sabır çok önemli. Tüp bebek yaptığımız hastalarımıza olumlu ya da olumsuz sonucu kabullenebilme çok önemli. Her şey çok iyi gidiyor, yumurta döllendi, çocuk rahme yerleşti, gelişti ama yine de yüzde yüz garantimiz yok. Olumluysa tamam sevinelim ama olumsuzsa da üzülmeyip “Hayırlısı olsun” diyebilmek lazım. Her şeyin hayırlısını Allah bilir. Sabır gerçekten çok önemlidir. Bazı hastalarımız sonucu kabullenemiyor “Niye böyle oldu?” diye irdeleyerek eşine ve kendisine sıkıntı verip psikolojik olarak yaralayabiliyor. Olanı olduğu gibi kabul ederse kendisini rahat tutarsa diğer denemede bakıyorsunuz hasta daha rahat gebe kalabiliyor. “Her işte vardır bir hayır” deriz, bu çok doğru. Bazen çok istiyorsunuz ama bakıyorsunuz sakat olabiliyor, başka problemler ortaya çıkabiliyor. O yüzden maddi ve manevi olarak psikolojimizi toplayıp yeniden denemek gerekiyor. Bakıyorsunuz birincide, ikincide olmuyor; dördüncü veya beşincide olabiliyor. Bunu belli bir sayı sınırı yok. Yirmi defa deneyip yirmincisinde, ikiz çocuğu olan doktor arkadaşımız var. Bu olabiliyor.

İnsanın Çocukla ve Çocuksuz İmtihanı: Tüp Bebek


İmam-ı Şafi Hazretleri “İlim ikidir: Beden ilmi, din ilmi” diyor. Böyle demesinin birçok sebebi olabilir. Bu sebeplerden biri doğum ve çocuğun yetişmesinde karşımıza çıkıyor. Bu nasıl mı oluyor? İnsanın kendisinden sonra istiğfar edecek bir evlat yetiştirmesi neslinin devamı ve İslamiyet’in yaşanması için önemli. Yeni doğan evladın istiğfar etmeyen biri olması, ebeveynin evlatla imtihanı, evlatlarının olmadığı durumlar ise onların çocuksuz imtihanları oluyor. Bu ikinci imtihanın halli tıp ilmini ilgilendiriyor, birincinin halli ise din ilmini.

İnsanın doğumu hem bedenle ilgili hem de ruhla ilgili bir durum. Bedenle ilgili durumun ayrıntıları tıp ilmiyle anlaşılıyor. Ruh, yani manevi yönünün ise din ilminin sınırları içerisinde araştırılması gerekiyor. Evlat hasretiyle imtihan olan aileler var. Onlar için tüp bebek meselesini araştırdık. Tüp bebek diye bilinen tekniğin araştırılması, döllenmenin laboratuar ortamında yapılmasından dolayı tıp ilmini, mahremiyet ve meşruiyet noktasında ise din ilmini ilgilendiriyor. Bu çerçevede konuyu araştırdık. İki ilim dalından, ilgili uzmanlarla konuştuk.
Bu yazımız ilk başta çocuğu olmayan aileleri ilgilendiriyor, sonra da evladı olup da onu günün zor şartlarında Allah’ın rızasına uygun yetiştirmesi gerekenler için ibret olacak. Öncelikle Hazreti Allah taktir etmediği müddetçe çocuğun doğması mümkün değil. Bunun bilinmesi gerekiyor. Ancak konunun uzmanlarıyla konuşurken kısırlık hadiselerinin son yıllarda arttığını öğreniyoruz. Çağımızda kısırlığı tetikleyen yeni birçok sebep ortaya çıkmış. Buna çare bulmak için kapı kapı dolaşan aileler var.
Bu konuda Üroloji Uzmanı Basri Çakıroğlu şunları söylüyor: “Sigara, alkol, stres, yanlış beslenme alışkanlığı, kronik hastalıkların artması kısırlığı tetikliyor. Şeker hastalığı, kanser, karaciğer ve akciğer hastalıklarıyla kan hastalıkları gibi kronik hastalıklar kısırlığın en yaygın sebeplerini oluşturuyor. Bunun yanında yüksek ısı, kullanılan bazı ilaçlar, zirai ilaçlar, radyasyona maruz kalmak, dar elbise giymek gibi sebeplerle de karşılaşıyoruz. Son olarak anatomik bozukluklar var. Bu grupta da genetik sebepler, çocukluk döneminde yumurtaların vücut içerisinde yüksek ısıya maruz kalması gibi durumlarda kısırlık görülebiliyor. Kısırlığın olmaması için bu saydıklarım üzerinden önlemler almak gerekiyor.”
Yeryüzünün kimyevî atıklarla kirlenmesi, doğal gıdaların temininin zorluğu, yan etkili ilaçların varlığı, hava kirliliği genetik rahatsızlık taşıyan bebeklerin dünyaya gelmesine sebep olmaktadır. Kimi zaman ise sperm yetersizliği ya da rahim yollarının tıkanıklığı gibi sebeplerle aileler çocuk özlemiyle yanıp tutuşmaktadır. Tıp ilminin ilerlemesiyle günümüzde sağlıklı yumurtaların tespiti yapılarak sağlıklı bebeklerin doğumu, tedavi veya laboratuvar ortamında döllenme ile gerçekleştirilebiliyor.
Peki, bu nasıl oluyor? Tüp bebek yöntemi nedir? Riskleri var mıdır? Dinen caiz midir? Kimler tüp bebek için başvuru yapabilir? Sadece kısır olanlar mı tüp bebek yöntemine başvurmalıdır? Tedavisi ne kadar sürer? Spermlerin ve yumurtaların çalınarak başkasına satılma tehlikesi var mıdır? Ülkemizde tüp bebek sahibi olanların yasal güvencesi var mıdır? Daha da önemlisi döllenmiş yumurtanın imhasının dinen hükmü nedir?
Bu sorular tüp bebek sağlık merkezlerinin hızla arttığı bugünlerde sıkça sorulur oldu. Çünkü bir tarafta 10 – 15 yıl, hatta 25 yıl çocuk hasreti ve tüp bebekle bu hasreti giderme umudu, diğer yanda ise Cenab-ı Allah’ın yasak ettiği bir fiili işleyerek rızasına ters düşme endişesi taşıyanlar var.
Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Erdem “Evli çiftlerin spermi ile yumurtasının laboratuvar ortamında döllenmesi ve ana rahmine yerleştirilmesi esasına dayanan tüp bebek yöntemi dini bir sakınca taşımamaktadır. Mahremiyete riayet çerçevesinde caizdir. Tartışılan nokta, tedavi esnasında alınan sperm ve döllenmiş yumurta fazlasının sonradan ne yapıldığıdır.” diyerek dikkat edilmesi gereken noktanın altını çizdi.
Teselli Zekeriya Aleyhisselam
“Tüp Bebek” konusunu bütün ayrıntılarıyla inceleyeceğiz. Ancak, çocuk hasreti çekenlerin sadece kendilerinin bu durumda olmadığını İbrahim Aleyhisselam ve Zekeriya Aleyhisselam gibi peygamberlerin de çocuk hasreti ile yanıp tutuştuğunu bilmeleri gerekiyor. Zekeriya Aleyhisselam bu durum karşısında devamlı şekilde; “Beni tek başıma (evlatsız) bırakma, gerçi (vermesen de) sen, varislerin en hayırlısısın. Ya Rabbi! Bana kendi katından çok temiz bir nesil (çocuk) bahşet. Muhakkak ki sen duayı hakkıyla işitensin. (Ali İmran Süresi 38. Ayet-i Kerime)” dua ettiği Kuran-ı Kerim’de geçmektedir. Bu niyaz karşısında Cenab-ı Allah Zekeriya Aleyhisselam’ın duasını kabul etmiş ve kendisi ihtiyar, hanımı ise kısır olduğu halde, hanımı İyşa’ya Yahya isminde bir evlat vermiştir. Enbiya Süresi 90. Ayet-i Kerime’de; Hazreti Allah “Biz onun da duasını kabul edip, ona Yahya’yı armağan ettik ve eşini de kendisi için (doğurmaya) elverişli kıldık. Gerçekten bunlar (ın hepsi) hayır işlerinde yarışırlar, umarak ve korkarak bize dua ederlerdi. Onlar (gerçekten) bize karşı derin saygı gösterenlerdi.” buyurmuştur.
Kur’an-ı Kerim’de bahsi geçen bu kıssa, hem umut noktasını görmede hem de Allah’tan korkma, ona karşı derin saygı ve muhabbeti her şartta devam ettirmekte güzel bir misaldir. Evlat sahibi olmayanların umutlarını hiçbir zaman yitirmemeleri, salih evlat isteği ile günümüz tıbbının gerektiği şeylere tevessül ederek, dua ve niyazda bulunmaları onlar için daha hayırlıdır.
Bu kıssadan hareketle 22 yıl boyunca sabredip, dua ve niyazla günlerini geçiren İshak – Halime Akgün çiftinin ibretlik öyküsünü de sayfamıza taşıdık. Bütün tıbbi çarelere başvuran ancak hiçbir netice alamayan Akgün çifti, evliliklerinden tam 22 yıl sonra hiç beklemedikleri bir anda özlemini duydukları bir çocuğa, hem de Allah’ın lütfunü gösterir bir şekilde
kavuşmaları, çocukları olmayan ailelere moral ve umut verecek.
Kısırlık ve sebepleri
Eşlerin çocuk sahibi olma arzularına rağmen bir yıl içerisinde hamileliğin gerçekleşmemesine tıp dilinde “infertilite” yani “kısırlık” adı verilmektedir. Korunmayan çiftlerin yüzde 85′inde bir yıl içerisinde hamilelik oluşması beklenir. İnfertilite yanı kısırlık durumu, yüzde 30-40 arasında erkek, yüzde 40-50 arasında kadına ait sebeplerle ortaya çıkmaktadır. Çiftlerin yüzde 25′inde erkek ve kadın faktörü birlikte bulunurken, yüzde 10-15′indeki infertiliteyi ise tıp bütün araştırmalara rağmen karşılık bulamamaktadır.
Hisar İntercontinantal Hospital Tüp Bebek (IVF) Merkezi Direktörü Doç. Dr. Birgül Gürbüz, yüz yıl öncesine göre geçen her yıl kötüye gidiş olduğunu sperm sayısının 150 milyonlardan 20 milyonlara indiğini belirterek, kısırlığın sebeplerini şöyle sıralıyor: “Strech kıyafetler, aşırı zayıflık, aşırı spor, topuklu ayakkabı, sigara, Polikistik Over Sendromu, çikolata kisti, toksinler, eksoz, stres, doğal ve temiz gıdalar yerine hormonlu, yapay, katkılı, GDO’lu gıdaların tüketilmesi… ” Bunun yanında erkeklerde hormon bozukluğu, radyasyon, obezite, sıcak banyo-sauna, dengesiz diyetler, maden işçiliği, varikosel, doğumda testislerin karın içinde kalması, kadında rahim içi perde, karında yapışıklık, yumurtalıklarda kist, ur, tümör ve bozukluk, karın içi apandist ameliyatı, erken menopoz, tüplerin kapalı olmasını temel sebepler olarak sayabiliriz.”
Sağlık Bakanlığı verilerine göre, Türkiye’de 2 milyon kişide kısırlık bulunuyor. Türkiye’de kısırlık giderek artıyor. 150 bin evli çiftin ise tedavi için beklediği biliniyor.
Dünyada ilk tüp bebek
Kısırlık durumunun tespitinin ardından bugün tercih edilen tüp bebek tedavisi ile ilk bebek, 25 Temmuz 1978′de İngiltere’de dünyaya geldi. Dünyada yankı bulan bu gelişme tıp tarihinde yeni bir çığır açtı. Geçen 34 yılda ise dünyada tüp bebekle dünyaya gelen çocuk sayısının 5 milyona ulaştığı belirtiliyor.
Tüp bebek tedavisi nedir?
Tüp bebek, hamile kalamayan kadınlarda uygulanan bir tedavi şeklidir. Erkekten alınan sperm ile kadından alınan yumurtanın laboratuvar ortamında birleştirilmesi sonucunda oluşan embriyoların, tekrardan kadın rahmine transferi ilkesine dayanmaktadır. Tüp bebek, önceleri enfeksiyon veya cerrahi işlem sonucunda tüplerinde kalıcı hasar oluşan kadınlarda uygulanmaya başlanmış, kısa bir süre sonra ise, kısırlığa yol açan diğer hastalıkların tedavisinde de kullanılır hale gelmiştir. Bugün, endometriozis, sebebi bulunamayan kısırlık durumu ve erkeğe bağlı kısırlıkta, tüp bebek yöntemleri ile başarılı sonuçlar alınır hale gelmiştir.
Özellikle son yıllarda uygulanmaya başlanan mikroenjeksiyon yöntemi ile sperm sayısı çok düşük olan, hatta hiç sperm olmamasına karşın, testisinde sperm bulunan erkeklerin tedavisinde büyük bir başarı kaydedilmektedir.
Adım adım tüp bebek
Tüp bebek günümüz şartlarında pahalı bir tedavi türüdür. Bu sebeple evli çiftlerin bütün yolları denedikten sonra bu merkezlere başvurmaktadırlar. Tüp bebek merkezine başvuran evli çiftlere öncelikle genel bir muayene yapılıyor. Bu muayene, erkekte ve kadında ayrı ayrı yapılıyor. Her iki eş için AIDS, sarılık testi, yalnızca kadınlar için kızamıkçık testi ve kan sayımı istenir. Bütün bu testler yapıldıktan sonra tetkikler değerlendirilerek, bir tedavi planı çizilir ve bu durum evli çiftlerle paylaşılır. Alınan karara göre hangi ilaçların, hangi protokole göre uygulanacağı belirlenerek tedaviye başlanır. 2 ila 5 hafta arası değişen bu tedaviden sonra sperm ve yumurta laboratuvar ortamında döllenerek kadının rahmine konulur.
Aşılama tedavisinin farkı
Aşılama tedavisi açıklanamayan infertilite, hafif erkek faktörü, hafif endometriosis durumlarına uygulanır. Aşılama yöntemi, özel işlemlerden geçirilerek hazırlanmış sperm hücrelerinin rahim içine verilmesidir. Aşılama tedavisinde döllenme işlemi vücut içinde gerçekleşir. Tüp bebek tedavisinde ise yumurtalar vücut dışına alınır ve döllenme laboratuar ortamında gerçekleşir. Tüp bebek ve aşılama işlemlerinde yumurtaların uyarılma aşaması ise birbirine benzer.
Kadının yaşı başarıyı etkiliyor
Tüp bebekte başarı şansında kadının yaşı belirleyici bir faktördür. Otuz beş yaş altı kadınlarda hamile kalabilme şansı her denemede yüzde 50′ye kadar çıkmakta iken, 35-37 yaş arasında yüzde 40′a, 38-40 yaş arasında yüzde 30′a, 40-42 yaş arasındaki kadınlarda ise yüzde 20′nin altına düşmektedir. 42 yaş üzeri kadınlarda başarı oranı yüzde 10′un altına kadar inmektedir.
Çoklu gebelik anneyi tehdit ediyor
Tüp bebek tedavilerinde ikiz ya da üçüz gebeliklerin arttığı bir gerçektir. Buna tedbir olarak 2010 yılında
yönetmelikte yapılan değişiklikle 35 yaş altındaki hastalarda ilk iki denemede tek embriyo, diğer bütün hastalarda da en fazla iki embriyo transferine izin verilmiştir. Böylece Türkiye’de uygulanan sınırsız embriyo transferi bir miktar kontrol altına alınmaya çalışılmıştır. İkiz
ve üçüz gebelikler bazı kadınlar tarafından tercih edilse bile gerek anne sağlığı gerekse bebeklerin sağlığı açısından büyük risk faktörleri içeriyor.
Genetik hastalıklara PDG yöntemiyle çözüm
Tüp bebek tedavisi uygulayan gelişmiş laboratuarlarda sağlıklı bebeklerin dünyaya gelmesi için çalışan uzmanlar önemli bir başarıya daha imza attılar. O da laboratuvar ortamında PDG (Pre-implantasyon Genetik Tanı) tekniği ile genetik hastalık taşıyan embriyoların tespit edilmesidir. Bu yöntemle genetik hastalık taşıyan embriyolar ayrılarak, sağlıklı embriyoların anne rahmine transfer edilmektedir. Yapılan araştırmalarda iyi kalitede görünen embriyolarda yüzde 35-40, kötü kalitedeki embriyolarda yüzde 85-90′lara varan oranlarda kromozomal bozukluk saptanmıştır.
PGD tekniği ile tespit edilebilen genetik hastalıklar şöyle: “Down sendromu (monozomi 21), Trizomiler, Talasemi (Akdeniz anemisi), Orak hücreli anemi, Kistik fibrozis, Tay-Sachs hastalığı, Hemofili A ve B, Retinitis pigmentoza, Alport hastalığı, al antitripsin eksikliği, Frajil X sendromu, Fenilketonuri, Epidermolizis bülloza, Duchenne musküler distrofi, Myotonik distrofi, Fanconi anemisi, X’e bağlı hidrosefalus, Akondroplazi, Nörofibramotozis, Kan uyuşmazlığı (Rh D) hastalığı, Marfan sendromu ve Hunthington hastalığı.”
Tüp bebek nereye kadar caiz?
Günümüz tıbbının verileri çerçevesinde konuyla ilgilenen İslam Hukukçularının çoğu, normal yoldan çocuk sahibi olamayan eşlerin, tüp bebek yöntemi ile
çocuk sahibi olmalarının caiz olacağına hükmetmişlerdir. Tüp bebek yönteminde belirlenen bu standartların dışına çıkılması, sperm, yumurta ve rahimden biri karı-koca dışında başka bir şahsa ait olduğu takdirde caiz olamayacağını anlatan İlahiyat Fakültesi Öğretim Görevlisi Mehmet Erdem, bu konuda dikkatli olunması gerektiğini ve en hassas nokta olarak vurguladığı mevzu hakkında şunları söyledi:
“Evli çiftler tüp bebek yöntemiyle tedavi olacakları kurumu seçerken dini hassasiyeti taşıyanlarını seçmekte itina göstermelidirler.
Çünkü her ne kadar güvenlik tedbiri alınırsa alınsın erkekten alınan sperm ile kadından alınan yumurtalar tedavi süreci tamamlandıktan sonra imha edilmeyip başkasına verildiği veya deneylerde kullanıldığında ciddi bir durum ortaya çıkmaktadır. Ayrıca, tüp bebek yönteminde birden fazla embriyo üretilmesi ve bunlardan bir kısmının ana rahmine konması ve diğer embriyoların yok edilmesi ya da araştırmalarda ve bazı hastalıkların tedavisinde kullanılması, tüp bebek konusunu dini açıdan yeniden tartışılır hale getirmektedir.”

Simgeler ve Semboller Çağında Sinema


Batılı dünya tabiat, insan, ekonomi ve tarih ile ilişkisini yeniden kurgularken merkeze aldığı değer, daha çok kazanmak, daha çok zengin olmak, dünyaya ve tabiata dolayısıyla da diğer insanlara, toplumlara ve kültürlere daha çok hükmetmek oldu. Bunun için de alabildiğince sömürü, alabildiğince haksızlık ve zulüm üzerine kurulu bir dünya inşa ettiler.”

Avrupa’da başlayan modern hayat insanlığın serüvenine her yönüyle farklı bir boyut getirdi. Bu yeni boyutlar içinde belki de bizi en çok etkileyen ve köklerimizde kopartan ama nerede ise kimsenin çok da üzerinde durmadığı şey, İslâmi (ezanî) saatin değişmesi oldu.
Ezanî saatin yerine yavaş yavaş alafranga saat sisteminin kullanılmaya başlamasıyla, kimseler fark etmeden bize özgü hayatın dilimlenmesi kaybolup gitti. Dolayısıyla da günlük hayatımız yabancısı olduğumuz bir medeniyetin saat dilimine uyar hale geldi. Artık dünyanın her yerinde olduğu gibi, bizde de sabah saat beşlerde başlıyor, iş alanlarına sekizde hareket ediliyor ve on ikide ara verilerek, akşam beşte çalışma saatleri bitmiş oluyor. Böylece çalışma, işe başlama, dinlenme eve dönüş ve istirahat gibi zamanlar yeni bir forma girdi.
İşte bu yeni form arasında bizi ilgilendiren önemli alanlardan biri hayatımıza tatil, eğlence zaman, mekân ve araçlarının girmesidir. Bu gün artık hemen herkes son derece özümsemiş biçimde günün, haftanın ve senenin bazı bölümlerini tatil, boş ve eğlence olarak algılamaktadır. Bu tepki vermez alışkanlığa herhangi bir karşı duruş ya
da uygulama şöyle dursun, karşı fikri savunmak bile hayli garip gelmekte ve yadırganmaktadır. Bu durum aslında kendi medeniyet ve zihniyet dünyamızdan, İslâmî hayat dairesinden ne kadar uzaklaştığımızın bir göstergesidir.
Batılı dünya tabiat, insan, ekonomi ve tarih ile ilişkisini yeniden kurgularken merkeze aldığı değer, daha çok kazanmak, daha çok zengin olmak, dünyaya ve tabiata dolayısıyla da diğer insanlara, toplumlara ve kültürlere daha çok hükmetmek oldu. Bunun için de alabildiğince sömürü, alabildiğince haksızlık ve zulüm üzerine kurulu bir dünya inşa ettiler. Öyle ki, bu gayri insani düzen, kısa bir süre sonra kitlesel ölümlere, toplumsal başkaldırılara, derin ve sonsuz ahlâki çöküntülere sebep olduğunda, bu hastalıklardan bir nebze de olsun kurtulmanın yollarını aramaya başladılar. Başta işçi hakları, sigorta, hafta sonu tatili, ek mesai, iş arası, yaz tatili gibi uygulamalar belirli bir süreç dâhilinde bu mantığın ve uygulamanın bir sonucu olarak ortaya çıktı.
Oysa Müslüman’ın hayatında zamanın çok büyük bir önemi vardır. Günlerin, ayların ve senenin taksimi insanın dünyevî ve uhrevî saadetine vesile olacak şekilde taksim edilmiştir. Ne ölürcesine dünya için çok çalışmak, ne de tembel olmak bu taksimde söz konusu değildir. Her şey bir ölçü ve ahenk içinde tanzim edilmiş ve bunun en güzel örneğini de Peygamber Efendimiz bizlere göstermiştir.
Ancak bütün dünyayı inanılmaz bir şekilde etkisi altına alan Batılı hayat anlayışı, çalışma şartları ve ahlâkıyla diğer bütün kültürleri ve medeniyetleri kendisine benzetmek için çok yönlü ve çok araçlı bir manevra ile hayatımızı dört bir yandan kuşattı. Günlük hayatında ölürcesine çalışan insanların akşam, hafta sonları ve diğer tatil zamanlarında dinlenmesi, eğlenmesi için yeni araçlar keşfedildi. Bu araçların başında sinema gelmekteydi. Daha sonra bunu televizyon ve bu gün de internet ve diğer araçlar takip etti. Ancak bu araçların hemen hepsi Batı kaynaklı ve insanın mutlak saadet ve menfaatine olan bir zihniyette üretilmedi.
Daha çok insanı bir yandan eğlendirir, dinlendirir ve zamanını boşça harcatırken, diğer taraftan da tüketici olmasını kolaylaştırıcı bir içerikle insanların karşısına geçti. Bir taraftan nasıl daha çok zaman ve para harcayabileceğini ona öğretirken, aslında bu araçların sahiplerine nasıl daha iyi kul ve köle olacağını da ustaca talim ettiriyordu. Bu bakımdan gerek sinema ve televizyon gerekse diğer pek çok dinlenme ve eğlenme aracı bir enformasyon ve dinlenme aygıtından çok propaganda ve ticaret vasıtası olarak kabul edildi. Böylece vurguncu sektörün el aletlerinden biri haline geldi. Bundan dolayı da gerek
büyük şirketler, gerekse devletler ve siyasî organizasyonlar bu araçlara inanılmaz ölçüde değer verdiler ve korunması ve kendi amaçları uğruna kullanılması için ileri düzeyde gayret sarf ettiler.
Değişen şartlar, simgeler ve semboller
Sinema ve televizyon insanı ve toplumları dört bir yandan kuşatmak için sadece alternatif program üretmekle kalmadı. Yarışmalar düzenleyerek talihliler belirledi, dinî tören ve gösteriler yaparak insanların kendileri eşliğinde dua etmelerini ve rahatlamalarını da sağlamaya çalışarak, insanı etkileyen ve biçimlendiren diğer bütün sosyal kurumların yetki ve sorumluluklarını eline almaya gayret etti. Bu süreçte sinema ve televizyon filmler, diziler ve tarih programları ile de hem bir zihniyet dünyası inşa etmeye çalıştı ve de asli vazifesini (propaganda ve ticarî etki) ifada tereddüt göstermedi.
Özellikle filmler ve diziler sinema izleyicileri ve televizyon seyircileri açısından sanılandan çok daha önemli ve dikkate değer araçlardır. Elbette filmler ve videolar içerisinde günlük hayatı kolaylaştıran, bilinç ve bilgi oluşmasına olumlu katkı veren eserler de az değildir. Ancak ekseriyet itibariyle, belli bir konu ve tema etrafında yoğunlaşan ve büyük kitlelere hitap eden programların hemen her bakımdan son derece dikkatle incelenmesi ve izlenmesi gerekir.
Bir film ya da dizi sadece senaryodan (olay örgüsü) ibaret değildir
Bir sinema filminin ya da televizyon dizisinin sadece olay örgüsünden ibaret olduğunu düşünmek ve varsaymak büyük bir gaflet olur. Her şeyden önce bir film, yönetmenin hayat görüşü ve idealleriyle biçimlenmiş ve şekillenmiştir; bu sebeple de yönetmenin dünyaya bakışını yansıtır. Bir yönetmenin kimliğini, kişiliğini, ideallerini ve amaçlarını tanımadan filmi tanımak ve anlamak zordur.
Yönetmenler, filmlerinin amaca hizmet etmesini sağlamak için ayrıntılara son derece dikkat ederler ve film karakterlerine önemli semboller ve simgeler yüklerler. Örneğin bir film kahramanının taktığı yüzük, kolye, küpe, elbisesi üzerindeki desen, elbise rengi, elbise uzunluğu, saç sakal biçimi, tıraş özellikleri, makyaj ve diğer aksesuarlar filmin misyonu için büyük önem taşır. Oyuncuların yedikleri yemek, oturma biçimleri, konuşma tarzları, bakışları, gülmeleri yüz ifadeleri, her bakımdan bir anlam taşır. Bu ayrıntılar bazen izlenen filmin temel amaçlarına o kadar hizmet eder ki, bunlara dikkat edilmeden çekilen ve izletilen filmlerin diğerlerine göre amaca hizmet etmeleri hayli düşüktür. İzleyen için de gerçekliğin anlaşılmadığı anlamına gelir.
Filmlerde sembollere dikkat
Unutmamak gerekir ki, film ve televizyon sahnesi sadece bir görüntüden ibaret değildir. Saniyenin çok daha az bir zamanında gösterilen kareler içinde sayılamayacak kadar çok sembol, simge ve etkileme aracı gizlenmiş olabilir. Öyle ki, son zamanlarda subliminal mesaj denilen çok daha ustalıklı ve profesyonel etkileme biçimleri tartışılır hale gelmiştir. Bu tür yeni icatlar sayesinde izleyiciler adeta mesaj verenin istediklerini yapmak doğrultusunda uyuşturtulmakta ve tam bir köle haline getirilmektedir.
Sinema ve televizyon filmlerinde dikkat edilecek unsurlar simge ve semboller gibi ayrıntılardır. Bunun için özellikle yetişkin bireyler çok dikkatli olmalı ve çocuklarını mümkün olduğunca olumsuz etkilenmelerden korumak için önlemler almalıdır. Ama öncelikle yetişkinler bunun farkında olmalıdır. Sinemanın yeni nesiller üzerinde ne denli etkili ve tehlikeli olabileceğini daha 1940′lı yıllarda gören ve toplumu şiddetle uyaran mesul bir hekim Osman Şevki Uludağ “Çocuklar, Gençler ve Filmler” adında bir kitap yazmıştır. Aslında yazarın bu küçük kitabında dikkat çektiği ve toplumu uyardığı pek çok mevzu zaman içinde tecelli etmiştir. Ancak yetkili kişilerin, anne babaların gerekli önlemleri almaması sonucunda bu günlere kadar gelinmiştir.

Bir “Oyun İçinde Oyun Gerçeği” Yazısı


Son 10 yılda oyun sektörü dünyada 70 milyar dolarlık bir rakama ulaştı. Milyarlarca dolar büyüklüğe ulaşan oyun pazarında şirketler, sadece oyun lisansı satarak para kazanmıyorlar. Saatlerce oynandıktan sonra sanal para kazandıran düzen, kazanılan sanal paralarla oyun özellikleri, silahlar, eşyalar satıyor. Oyunu satan şirket, isteyene gerçek para vererek oyun içinde sanal para satıyor. Oyun içinde oyun burada başlıyor. Şirketler bu durumda milyarlarca dolar gelir elde ediyorlar.

Kişiye özel bilgisayarların bir ağ ile birbirine bağlanmadığı zamanlarda, oyunlar ya tek kişilikti ya da bir bilgisayarda iki kişi ile oynanırdı. Bilgisayarlar birbirine bağlanınca, birlikte oynanabilir oyunlar arttı. İnternetin şahsi kullanım için yaygınlaşması ile birlikte insanlar evlerinde oturarak, dünyanın farklı yerlerindeki insanlarla karşılıklı oyun oynayabilir oldular. Saatlerce ya da günlerce oynayıp bilgisayarın başından kalkamayan hasta insanlarla karşılaşmak hiç de zor değil artık. İnsanların bir türlü başından kalkamayıp sürekli oynamak istedikleri bu oyunlar, çok kullanıcılı rol yapma oyunlarıdır. (MMORPG)
Binlerce kişinin birbiriyle etkileşim halinde, çevrimiçi olarak oynayabildiği bu oyunların içerisinde oyuncular, sohbet edebilmekte, takım kurup birlikte oynayabilmekte, birbirlerine oyun içerisinde kullandıkları sanal aparatları ya da silahları verebilmekte ve hatta satabilmektedir. Oyun içerisinde karşılıklı etkileşim de sunuyor olması bu oyunları sosyalleşmek için tercih edenlerin sayısını artırmakla birlikte, oynayanların da oyunlara bağımlı olmasına sebep olmaktadır.
Türkiye’de 30 milyon civarında internet kullanıcısı olduğu düşünülüyor. İnternet kullanıcılarının hemen hemen hepsinin sosyal ağ sitelerinde hesabı var. Birçok ülkede benzeri oranlar oluşunca sosyal siteler üzerinden oynanabilen, oyuncuların sitedeki arkadaşları ile etkileşim kurabileceği oyunlar geliştirildi. Bu oyunlar oynayanları kendine bağlayabiliyor. Tek bir oyuna tutulup aylarca, yıllarca oynamak pek görülmese de zamanının çoğunu bu sitelerde farklı oyunları oynayarak geçiren insan sayısı zannedildiğinden daha fazladır.
Konuşma telefonu, oyun telefonu oldu
Son iki senede cep telefonları yerlerini akıllı telefonlara devretmeye başladı. Tablet denilen dokunmatik ama telefon ekranından daha büyük ekranlara sahip cihazların da yaygınlaşmasıyla birlikte mobil oyun denilen basit yapılı, bölüm geçmenin kolay olduğu oyunlar geliştirildi ve onların da bağımlıları oluştu. Böylece konuşma telefonu, oyun telefonu oldu.
Bilgisayarda oynanan birçok oyunun, oyun konsolları ile oynanan sürümleri de var. Oyun konsolları televizyon ekranına da bağlanabilen, oyun oynamak için geliştirilmiş makinalardır. CD ya da DVD okuyucusuna sahiptirler. Oyunları büyük televizyon ekranlarının karşısında klavye ya da mouse aygıtları ile sınırlı kalmadan, oyun için özel geliştirilmiş aparatlarla oynamak mümkün olmaktadır.
Oyun içinde oyun. Sektör para için daha fazla saldıracak
Türkiye’de 30 milyon bilgisayar kullanıcısından zamanının çoğunu bir oyun oynayarak geçiren insan sayısı zannedildiğinden daha fazla. Son 10 yılda oyun sektörü ciddi oranda büyüdü. Sektörün dünyada 70 milyar dolarlık büyüklüğe ulaştığı, film ve müzik sektörlerini geçtiği açıklanmıştır. Bu durum oyun endüstrisine önümüzdeki yıllarda daha fazla yatırım yapılaca manasını akla getirir. Daha fazla kâr için oyun firmaları insanları bilgisayar başında daha fazla tutmaya çalışacaklardır. Daha fazla oyun oynatmak için fazla reklam yapılacak, daha fazla çaba sarf edilecek demektir. Türkiye’de bilgisayar oyunları oynayan kişi sayısı son iki yılda yüzde 50 artış gösterdi. Bunun ucunun bundan sonra nerelere kadar gideceği son derece düşündürücü.
Milyarlarca dolar büyüklüğe ulaşan oyun pazarında şirketler sadece oyun lisansı satarak para kazanmıyorlar. Sektörün en büyük gelir kaynağı sanal para satışıdır. MMORPG oyunlarda sizin oyunda oluşturduğunuz bir karakteriniz oluyor. Bu karakter bir canavar ya da savaşçı olabilir. Karakterinizin silahları ya da özellikleri, oyun içinde belli yetenekleri oluyor. Oyun, içinde bir sanal para birimi oluyor ve her bir eşyanın sanal para ile değeri var. Oynadıkça sanal para kazanıyorsunuz ve yeni özellikler, silahlar, eşyalar satın alabiliyorsunuz. Oyun karakterlerin savaşması üzerine kurulu olduğu için bu sizin karakterinizi güçlü yapacaktır.
Buraya kadar her şey normal görünüyor. Problem bu noktadan sonra başlıyor. Oyunu geliştiren şirkete gerçek para vererek oyun içinde sanal para satın alıyorsunuz. Oyunda oynayarak, çalışarak karakter geliştirmekle uğraşmıyorsunuz, gerçek para ile satın aldığınız sanal parayı kullanıp rakiplerinizin önüne geçiyorsunuz. Oyunlar dünyanın her yerinde oynandığı için oyunu oynatan şirketler bu durumda sizin gerçek parayla aldığınız sanal eşyalardan milyarlarca dolar gelir elde ediyorlar.
Kimler oyuna geliyor
Oyun şirketleri yurtdışında olduğu için sizden doğrudan para tahsil etmeleri mümkün olamayabiliyor. Özellikle çocukların ve gençlerin çok oynadığını düşünürsek, kredi kartı sahibi olmayan bu insanların yurtdışındaki şirkete para ödemesi mümkün değildir. Türkiye’de bu ödemeleri tahsil etmek amacıyla kurulmuş resmi ya da gayrı resmi şirketler, web siteleri vardır. Yurt dışı oyun şirketleri tarafından oyuna getirilen bu firmalar, sanal paraları yurtdışındaki şirketlerden toplu olarak satın alırlar, belirli komisyonlar karşılığında internet kafelerde sattırırlar ya da web sitesi üzerinden telefon kontörü karşılığında satarlar. GSM şirketleri küçük ödemelerin tahsili için kontör karşılığı ya da telefon faturasına yansıtarak ödeme yapılmasına olanak sağlayan mobil ödeme adını verdiğimiz sistemler geliştirmişlerdir. Bir ilköğretim öğrencisi bile telefon kontörlerini satarak bu tür sanal varlıklar satın alabilmektedir.
Bazen oyuncular oluşturdukları karakteri ya da geliştirdikleri bir eşya ya da silahı da diğer oyunculara satarak para kazanırlar. Az gelişmiş ülkelerde hayatlarını bu şekilde kazandıkları paralarla idame ettiren kişiler var. Özellikle Çin, Hindistan gibi ülkelerde düşük maaşlarla çalışan işçilerden oluşan oyun çiftlikleri kuran bazı şirketler karakter, silah, özellik geliştirmesi yaptırıyorlar, sonra bu sanal varlıkları satarak milyonlarca dolar kazanıyorlar. Türkiye’de de bazı az gelişmiş şehirlerde internet kafelerde bedava oyun oynama ya da internet kullanma karşılığında küçük çocukların bu tür amaçlarla çalıştırıldığını haberlerde duymuşsunuzdur.
Biz her yönü ile anlatıyoruz
Online oyun oynama yaşının okul öncesi çocuklara kadar ilerlemesi sonucu oyun geliştirici firmalar yeni taktikler geliştiriyorlar. Ücretsiz diye bilgisayar, cep telefonu ve tabletlere indirilen oyunlarda avantaj sağlamak için satın alınan, sanal silah ya da eşyaların her birinin değeri 1 lira ile 20 lira arasında değişiyor. Ailelerin çocuklarının yanlışlıkla satın aldıkları içeriklerden dolayı kabarık telefon faturaları ödediklerine şahit oluyoruz. Cep telefonlarınızın mobil ödeme seçeneğini kullanmıyorsanız kapattırmanızda fayda var. Türkiye’de online oyun için ödenen yıllık bedelin 400 milyon lira civarında olduğu tahmin edilmektedir.
Bu sistemlerin toplumların geleceği için ve genç nesillerin ruh ve vücut sağlığı için büyük bir tehdit olduğu çok açıktır. Bu oyunlar telefonunuzda oynadığınız, can sıkıntısını gidereceğini düşündüğünüz masum oyunlardan çok farklıdır. Arkasında devasa bir sektör olduğu için oynayanı oyuna bağlayacak çok fazla mekanizma geliştirmiş olmaları çok doğaldır. Bu bilgilerden habersiz oyun oynayan gencin ya da çocuğun bu örgütlü ve sistemli yapının karşısında tercihlerini yaparken son derece savunmasız olduğunu fark etmemiz gerekiyor. Çok kullanıcılı online oyunlarda her yaştan ve kültürden insanın bir arada oynaması, çocuklar için küfür ya da sakıncalı içerik görüntüleme problemleri de oluşturabilmektedir. Oyunların bu manadaki ruh sağlığını bozan, insanları bağımlı yapan kirli yüzü ise ayrı bir yazı konusudur.

4 Kasım 2012 Pazar

İnsan ve Hayat Dergisi Çok İgili

Merhaba Sevgili Dostlar....

İnsan ve Hayat Takipçisi olarak sizlerle paylaşımlarıma devam ediyorum....


İnsan ve Hayat Dergisinin bu güne kadar çıkmış bütün yayınları takip etmiş biri olarak(Taa Yedikıta Dergisinin ücretsiz eki olarak dağıtılmaya başlandığı günden bu güne kadar) sizlere şunları diyebilirim....

İnsan ve Hayat Dergisi hakikaten günümüz insanının bütün iç ve dış hallaerini ruh beden ve fiziksel gelişimini tam anlamaıyla incelemeye almış,  uzman ekibi ve İnsanlığa hizmet etmeye gönül vermiş kadrosuyla tam gaz yoluna devam etmektedir....

İnsan üzerine yazılmış; bütün gazete dergi vs basımyayın organlarında  çıkan yayınları her zaman takip etmek istemişimdir. Şimdi insan ve hayat abonesiyim ve sanki bütün yayınların özetelerini okumuş gibi hissediyorum kendimi...

Adeta sihirli bir parmak bütün aylık dökümanların sadeleştirilmiş halini, İnsan ve Hayat dergisinde toplamış ve hazır bir kaynak niteliği taşıyan bu çalışmaları bizlere sunmaktadır.

Bu kadar methü senadan sonra yazımı Bütün İnsan ve Hayat çalışanlarına A'dan Z'ye emeği geçen herkese dua ederek ve Allahtan Muvaffakiyetler dileyerek tamamlıyorum....

Takip etmenizi öneriyorum....