14 Aralık 2012 Cuma

Baktığında İnsanı Gören Kurumlar: Vakıflar



Baktığında İnsanı Gören Kurumlar: Vakıflar
Özel sektör gibi kamu sektörü de aslında insana baktığında bir kâr görür. Özel sektör, şahsi fayda sağlayan özel ihtiyaçları karşılar. Karşılığındaysa mal ve hizmetleri tüketenlerden “fiyat” adı altında bir bedel talep eder. Kamu sektörünün aldığı karşılık ise vergi ve harç gibi bedellerdir. Vakıf ise hiçbir bedel talep etmeden hizmet eden müesseselerdir.
Günümüz ekonomi anlayışına göre insan ihtiyaçları kamu sektörü ve özel sektör tarafından karşılanmaktadır. Kamu sektörü, devlet ve bağlı birimlerinden oluşmaktadır. Kamu sektörü sosyal fayda sağlayan adalet, savunma, eğitim gibi temel kamu hizmetlerini sunmaktadır. Bu hizmetlerin maliyetlerini ise vergi ve harç gibi cebre dayanan kamu gelirleri ile karşılanmaktadır. Dolayısı ile vakıf malının kamuya devredilmesi, karşılıksız hizmet veren bir kurumun artık karşılık talep eder hale gelmesi manasını taşır.
Piyasa ve kamu kesimi başarısızlıkları, insan ihtiyaçlarını karşılama konusunda bu iki sektörün yetersiz kalmasıyla sonuçlanmaktadır. Hal böyle iken hem şahsi ihtiyaçları hem de toplum ihtiyaçlarını karşılayacak üçüncü sektöre ihtiyaç duyulmaktadır. Bu sektör, özünde vakıfların olduğu bir sektördür. Bu sektör insana baktığında onda kâr görmez, hizmet ve fayda görür.
Vakıf müessesesi
Vakıf kelimesi, Arabî lügatte “hapsetmek”, “alıkoymak” anlamlarına gelmektedir. Hukuki anlamı; “Allah rızası için bir malın devamlı olarak Allah’ın kullarının kullanımına tahsis etmek” demektir. Vakıf yerine kullanılan bir diğer kelime “habs” veya “hubs” kelimesidir. Allah yolunda gaziler için at vakfeylemek” veya “mutlak olarak mal vakfetmek” manalarına gelmektedir.
Vakıf müessesesi kaynağını kitabımız Kur’anı Kerim’den alan bir müessesedir. Vakfın Kur’anı Kerim’deki delili “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça tam hayra nail olamazsınız”. ( Al-i İmran Suresi, 92.Ayet ).
Vakfın Hadis-Şerif delili, “İnsanlar öldükleri zaman tabiatıyla amelleri kesilir; bunun üç istisnası vardır; birincisi sadakai cariye, ikincisi kendisinden sonra faideli bir ilim, üçüncüsü kendisine hayır dua eden evlattır.”(Riyazussalihin 3., 5.)
Ecdadımız bu emri ilahi ve hadisi şeriflerin gösterdiği istikamette ilerleyerek özü vakıf müessesesine dayanan devlet idareleri kurmuşlardır. Vakıflar, tarihimizde İslam medeniyetinin ulaştığı bütün coğrafyalarda, dallarıyla asırları gölgeleyen koca bir çınar gibi durmaktadır. Öyle ki memleket savunmasından eğitime kadar, şehirlerin inşasından hayvanların korunmasına kadar hayatın her cihetinde vakıflar kurulmuş, insanlara karşılıksız hizmetler sunulmuştur.
Sosyal ihtiyaçların karşılanmasında vakıf uygulamaları
Vakıf müessesesinin en yaygın olduğu alanlardan birisi, insanoğlunun günlük hayatında maruz kaldığı risklerin giderilmesi konusundadır. Modern bilim anlayışının “sosyal güvenlik” olarak ifade ettiği bu alanda fakirlerin gözetilmesi, kimsesizlerin korunması, hastaların tedavisi, borçluların borçlarının ödenmesi, yetimlerin ve dulların himayesi için vakıflar kurulmuştur. Bu vakıflara ilişkin bazı misaller aşağıda mevcuttur.
  • Yavuz Sultan Selim Han’ın 947 H. (1540 M.) tarihli vakfiyesi; Her gün iyi cins undan 100 ekmek pişirilip fakir halka dağıtılması
  • Sivas’ta “Daru’r reha Vakfı’nın 1268 H. (1851 M.) tarihli vakfiyesinde; Hastalık ve benzeri afet ve olaylar nedeni ile geçim sıkıntısına düşerek ihtiyaç ve zaruret içinde bulunan yoksulların, yetimlerin ve dul hanımların ihtiyaçlarının giderilmesi
  • Manisa’da “Çakıroğlu Mehmet bin Hasan bin Mehmet Vakfı’nın 1316 H. (1908 M.) tarihli vakfiyesi; Talebelerin ders kitapları alınıp adı geçen köyün fakir, küçük öğrencilerine verilmesi, okuyan yetim çocukların yiyecek ihtiyacının karşılanması, bayram arifelerinde okuyan bu yetim çocukların giydirilmesi.
  • Sivas’ta “Hattab İbni Saib Ahmet İbni Rahat Vakfı’nın 721 H. (1321 M.) tarihli vakfiyesi; Herhangi bir kaza veya bela sebebi ile borçlanma durumunda kalanlara kefil göstermek şartıyla borç verilmesi. Amalardan muhtaç olup da mahalle ve sokaklarda, çalışmayacak durumda olanlara yıllık 2050 dirhem tahsis edilmesi. Kadı ve Valinin hapsettiği kişiler için 120 dirhem ayrılarak bu paradan her ay hissesine düşen 10dirhem ile ekmek alınıp mahpuslara dağıtılması..
  • İstanbul’da “Merhum Mevlâna Şah Ali Çelebi kızı Fatma Hatun Vakfı’nın 993 H. (1585 M.) tarihli vakfiyesi, Vakfeylediği evlerde fakirlerin ve dul hanımların oturması, adı geçenler otururken binada onarım gerekmesi halinde vakıfça bu onarımın yapılması.
  • Konya’da “Abdullah oğlu Şazibey Ağa Vakfı’nın 828 H. (1424 M.) tarihli vakfiyesi, Gelip giden Müslüman fakirlerin konaklama ihtiyacını karşılamak üzere, sofa, mutfak, odunluk, birçok oda ve avludan oluşan bir konak yaptırılması.
  • Kayseri’de “Abdullah oğlu Emir Alemüddin Vakfı”nın 500 H. (1106 M.) tarihli vakfiyesi, Kayseri’de bulunan fakirlere ve kimsesiz çaresizlere sarf edilmesi.
Fatih Sultan Mehmet Han’ın vakfiyesi ve diğer vakfiyeler incelendiğinde, günümüzün refah devletlerinin büyük kaynaklar ayırarak çözmeye çalıştığı, buna rağmen yeterli başarıyı sağlayamadığı sosyal güvenlik hizmetlerinin sunumunda, bir kuruş kamu kaynağı kullanmadan kurulan vakıfların ne kadar önem arz ettiği anlaşılmaktadır. Vakıf sisteminin gönüllülük esasına dayanması ve zenginlerin ellerindeki kaynakların toplumun fakir kesimlerine dağıtılmasına vesile olması, gelir ve servetin dağılımını düzenlemektedir. Böylece zengin-fakir kesimler arasında çıkabilecek çatışmalar kendiliğinden azalacaktır.
Bugün küreselleşme olarak ifade edilen yeni ekonomik anlayış, çok uluslu şirketlerin ekonomik ihtiraslarına uygun olarak devam etmektedir. Fakat ne hazindir ki beraberinde fakirleşme, açlık, salgın hastalıklar, ekonomik krizler ve sosyal hayattaki bozulmalar da hızla yaygınlaşmaktadır. İşte tam bu noktada medeniyetimizin asli unsurlarından olan vakıf müessesesine olan ihtiyaç yeniden gündeme gelmektedir. Ancak buradaki muvaffakiyetin şartı dinimizin usullerine uygun vakıf sistemlerinin kurulup yaşatılmasının teminidir.
İnsanoğlunun hayatına hayat katan vakıf müessesemizin aslına uygun olarak devamının sağlanması temennisiyle.

Yapılan Her Yenilik Patent Alabilir mi?



Yapılan Her Yenilik Patent Alabilir mi?
Patent, sanayideki herhangi bir probleme getirilen teknik çözümlerdir. Sadece elle tutulur icatlara patent alınmaz, usuller ve sistemlere de patent alınabilir. Bir icadın patentlenebilmesi için sanayiye uygulanabilir, yani çoğaltılabilir olması gerekir.
Patent alınacak icatta üç özellik aranır: İcat basamağı (tekniğin bilinen durumuna dâhil olmama), sanayiye uygulanabilirlik ve yenilik.
Patentten bahsederken yakın bir konu olan marka tescilini de bilmek lazım. Çünkü marka tescili ile patentin aynı olduğu zannediliyor; ancak bunların ikisi de farklı şeylerdir. Marka, bir ürün ya da hizmeti ayırt etmede kullanılan her türlü işarete verilen addır. Mesela, sesler dahi marka olarak kullanılabilmektedir. Patent ise icat sahibine, icadını kamuya açıklamak şartıyla devlet tarafından tanınan süreli bir imtiyaz veya tekel hakkıdır.
Bu konuyu bir misalle açıklayalım: Kinetik enerjiyi kullanarak kendi kendini şarj eden bir telefon icat ettiğimizi varsayalım. Yani sanayideki bir probleme teknik çözüm getirdik. Şarj problemini hareket sonucu açığa çıkan kinetik enerji kullanımı ile çözdük. Probleme getirmiş olduğumuz çözüm metodumuzu patentle koruyabiliriz. Ancak bu ürünü piyasadaki diğer ürünlerden ayırt etmek için bir de markaya ihtiyacımız var. Markamız da “Pilibitmez” olsun. İşte, ürünümüz için kullanacağımız “Pilibitmez” ibaresini rakiplerimizin kullanmaması için marka olarak tescil ettirmiş oluruz.
İcat basamağı
İcat ya da icat basamağı, tekniğin bilinen durumuna dâhil olmayan yeniliktir. Her yenilik (inovasyon) icat değildir. Çünkü her inovatif ürün icat basamağı taşımayabilir. İcat basamağının özelliği, tekniği bir adım daha ileri götürmesi ya da mevcut teknikten çıkarılamıyor olmasıdır.
“Patent konularının bağımlılığı” diye bir husus daha var. Diyelim ki bir icat ortaya koydunuz. Ancak sizin icadınızın çalışması için, başka icatlardan faydalanmanız gerekiyor. Yani, sizin icadınız başka bir icat üzerinde faydalı oluyor yahut onun üzerinde çalışabiliyor. Mesela, birisi bardağı bulmuş; siz de kulpu bulmuşsunuz. Kulpun patentini alıp tek başına üretip satabilirsiniz. Ancak bardakla beraber kulpu satmak istiyorsanız, bardağın patent sahibinden izin almanız gerekir. Zira bardağın patent koruması devam ediyor. İşte buna “patent konularının bağımlılığı” deniliyor.
Fikirlere de patent veriliyor mu?
Fikirlere patent verilmez. Ancak fikirlerinizin dış âleme yansıma biçimleri vardır. Bu yansıma makaleyle, resimle ya da mimari eserle olabilir. Bunların telif hakkı vardır. Telif hakkı koruması patentin çok ilerisindedir. Patentle icadınız 20 yıl korunabilir. Telif hakkı koruması sayesinde sahibinin hususiyetini taşıyan ve kanunda belirtilen türlerden birine dâhil olan eserler, ömür boyunca ve eser sahibinin vefatından sonra da 70 yıl korunmaktadır.
Patentin veya telifin mantığı
Telif, eseri ve eser sahibini koruyor, eserin ticarileşmesini sağlıyor. Siz bir eser ortaya koydunuz diyelim; bu yazılı eser olabilir, mimari eser olabilir. Telif hakkınız korunduğu için emeğiniz başkaları tarafından çalınamıyor. Patentte ise gerekçe çok farklıdır. Asıl gaye ne patent sahibini, ne de ürünü korumaktır; temel amaç gelişime katkı sağlamaktır. Patent hakkı olmasa, devlet icadınızı koruyacağını taahhüt etmese, insanlar icat sırrını açıklamak istemez.
Tersine mühendislik ile bir ürünün nasıl elde edildiği ortaya çıkarılabiliyor. Fakat eskiden böyle değildi. Hatta bazı ürünler için tersine mühendislik halen mümkün olamıyor.
Patent alınan yenilikler takip edilebilir mi?
Yeniliklere ait dokümanlar yayınlandığı andan itibaren çeşitli veri tabanlarına aktarılıyor.
Dünyadaki teknik birikimin % 80′ine bu veri tabanlarından ulaşılabilir. Her hangi bir teknik konuyu araştırıyorsanız, patent veri tabanlarına göz atmanız yeterli olur. Bir icat yaptınız, ya da bir ürün geliştiriyorsunuz, bu veri tabanlarından istifade etmeniz size katkı sağlayacaktır. Çünkü geçmişten günümüze neredeyse bütün icatlar bu veritabanlarında kayıt altına alınmaktadır.
Patent dosyalarında “istemler” adında bir bölüm vardır. Korumanın çerçevesi “istemlerle” çizilir. İstemlerle belirtilen unsurların her biri taklit ürün üzerinde varsa, “Patent hakkına tecavüz vardır.” denilir. Ve müdahale edilir. Mesela bardak var; ama kimse kulp yapmamış. Kulpu siz icat ettiniz. İstemlerde, “İcadınız bardak olup özelliği yekpare bir kulpa sahip olmasıdır.” diye belirtirsiniz. Bir başkası sizin kulpunuza nispeten yeni ve icat basamağı taşıyan daha modern bir kulp tasarlayabilir. Bu da bir yeniliktir ve korunur.

Dünyanın Namaz Vakitlerini Hesaplıyoruz: Fazilet Takvimi


Dünyanın Namaz Vakitlerini Hesaplıyoruz: Fazilet Takvimi

İslam âlimleri, astronomi sahasında günümüzü etkileyecek bir seviyeye gelmeyi başardılar. Bize bunu, onların tespit ettiği rakamların bugünkü teknolojiyle tespit edilen rakamlara çok yakın olması gösteriyor. Yine bu âlimlerin ibadet vakitleri hakkındaki çalışmalarıyla yüzyıllar öncesinden doğru değerler tespit edilmiştir. Fazilet Takvimi ibadet vakitlerini hesaplarken, hem bu tecrübeli tarihi geçmişi, hem de günümüz teknolojisini fıkhî hassasiyetle kullanıyor.
Astronomi ya da “İlm-i Hey’et, İlm-i Felek” olarak bilinen ilmin tarihine baktığımızda, bu sahada İslam âlimlerinin ne kadar da önemli bir noktaya geldiklerini rahatlıkla görebiliriz. ‘Vakti muayyen (belli vakit) olan ibadetleri’ hakkıyla yerine getirebilme hassasiyeti, İslam âlimlerini bu sahada çalışmaya ve ilerlemeye teşvik etmiş. Günümüzde de bu hassasiyet devam ediyor.
“Takvim hazırlarken kullandığımız materyallerle yaptığımız hesaplamaların hepsi günümüze göre yüksek standartlara sahip.” diyen Fazilet Takvimi Muvakkidi Adem Yılmaz‘la hassas olduğumuz ibadet vakitlerinin nasıl hesaplandığını İnsan ve Hayat Dergisi okurları için konuştuk. Teknik bir konuyu astronomiyle alakası olmayan herhangi bir Müslüman’a izah etmenin zor olduğuna değinen Adem Yılmaz, önce kameri ayları nasıl tespit edildiğini anlatıyor arkasından da namaz vakitlerini isabetli bir şekilde hesaplamanın üç yolu olduğunu söylüyor.
Ayın başlangıcını nasıl hesaplıyorsunuz? Kameri ay meselesi nedir?
Her ayın başında Ay, Dünya, Güneş aynı hizaya gelirler. Buna astronomide kavuşum (içtima) deniyor. Aynı hizaya geldiği an, uluslararası standartlarda yeni ay başlangıcı kabul edilir. Ay’ın yeni ay, ilk dördü, son dördü, dolunay şeklinde farklı safhaları vardır. Anlattıklarımız astronomik bilgilerdir. Ancak bir ayın yeni ay olması, fıkhî olarak her zaman kameri ay başlaması demek değildir. Bir de şunun özellikle altını çizmek istiyorum. Ayın her yerden görünmesi teknik olarak mümkün değil zaten. Çünkü Ay Dünya’dan küçüktür ve Güneş’ten her zaman ışık almaz.
Ay’ın geometrik ve görülebilen (ru’yet) olmak üzere iki türlü doğuşu ve batışı vardır. Geometrik olarak Ay, ufuktan yukarıda olduğunda doğmuştur, aşağıda olduğunda batmıştır. Görülebilen doğuş batış ise, bir gök cisminin çıplak gözle görülmeye başlanması ve görülmenin bitmesidir. Biz kameri ayları başlatırken görülebilen doğuşu (ru’yet) esas alırız. “Görerek başlayınız, görerek bitiriniz.” hadis-i şerifini ölçü olarak kabul ederiz. Bunun için de yine astronomik birtakım şartlar gereklidir.
Ay’ın geometrik olarak doğup battığı çok özel teleskopla yahut Ay’a lazer ışığı gönderilerek anlaşılabiliyor. Kameri ayı başlatabilmek için böyle bir şeyi insanlardan beklemek mümkün mü? Lazerin keşfedilmediği bir dönemde siz böyle bir şey yapalım derseniz, insanlara kaldıramayacağı sorumluluklar yüklemiş olursunuz. Onun için “Görerek başlayın görerek bitirin.” buyrularak çok mükemmel bir çözüm yolu gösterilmiş. Dağdaki çoban bile bunu basitçe anlayabilir. Görerek başlanacak görerek bitirilecek bu kadar basit.
Fıkhî olarak, Hanefi mezhebine göre dünyanın herhangi bir yerinde Ay görülürse bunu haber alan herkesin amel etmesi gerekir. Şafi mezhebinde ise her beldenin ayrı ayrı görme şartı vardır. Bunları anlatırken hadiselere bugünkü gözlükle bakmayalım. Böyle düşündüğünüz zaman her iki görüşte aslında büyük bir nimet.
Namaz vakitleri nasıl hesaplanıyor?
Bir ülkenin namaz vakitleri hesaplamaya başladığımızda, önce o ülkenin yerel saatini buluruz. Aksi takdirde hesaplamalar bir saat ileri yahut geri olabiliyor. Ülke şehirlerinin koordinatlarını (enlem, boylam) üç kaynaktan teyit ediyoruz. Verilerin doğru bir şekilde tespit edilmesi, en fazla hassasiyet gösterdiğimiz konulardan bir tanesi. Çünkü uluslararası basılmış haritalarda bile bazen yanlışlık yapılabiliyor. Mesela çok kullanılan bir atlasta Singapur’un koordinatları hatalıydı. Ardından yerel saatini baz alarak namaz vakitlerini hesaplıyoruz.
Namaz vakitlerini hesaplarken birden fazla teknik ayrıntı kullanıyoruz. Bir namaz vaktini hesaplamak için, farklı elli ayrı kriteri dikkate aldığımızı telaffuz etsem mübalağa etmiş olmam. Sıcaklık, nem, basınç, yükseklik, enlem, boylam, arazi yayılımı. Bu ayrıntılar en mühim olanlarıdır. Bunlar uluslararası standartta astronomik değerlerdir ve dikkate alınmazsa hesaplamalar yanlış çıkar. Bir de namaz vakitlerini hesaplarken kürevî trigonometri formüllerini kullanıyoruz. Çünkü dünyayı düz bir tepsi gibi düşünemeyiz. Eğer bu formülleri kullanmazsak çıkan sonuçlar yanlış olur.
Fazilet takviminin namaz vakitlerini birkaç dakika farklı bulanlar “Siz hep kendi bildiğinizi okuyorsunuz, Amerika’yı siz mi keşfettiniz?” gibi ifadeler kullanılıyorlar. Böyle bir şeyi kabul edemeyiz. Çünkü biz de dünyanın uluslararası standartta formüllerini kullanıyoruz. Sadece hassasiyet gösterdiğimiz bize özel detaylar var. Kullandığımız formüller, hem Diyanet İşleri Başkanlığı hem de uluslararası astronomi otoriteleri tarafından kullanılan formüllerdir. Hatta astronomi uzmanlarının dışında bu formülleri gemi ve uçak kaptanları halen kullanır.
Namaz vakitleri ile ilgili hangi esasları kullanıyorsunuz? İmsakta kullandığını dereceleri nasıl hesaplıyorsunuz?
Namaz vakitleriyle ilgili dayanak olarak Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın Riyazü’l Muhtar isimli eserindeki esasları kullanıyoruz. Süleyman Hilmi Tunahan Efendi Hazretleri’nden intikal etmiş bu kitapta, namaz vakitleri hesaplanırken kullanılacak dereceler hakkında en sahih bilgiler ve ecdadımızın yaptığı rasatlar yer alıyor. Bu eserle ilgili tetkikler yapıldı, incelendi. Kitaptaki değerlere göre en isabetli namaz vakitleri imsak için 17 ve yatsı için 19 dereceleri kullanılarak hesaplanmasıdır. Bizim yatsı namazında 17, imsak vaktinde de 19 kullanmamızın dayanağı bu eserdir. Diyanet Takvimi ise 1983 yılından itibaren hem yurt içinde hem yurt dışında imsakta 18, yatsıda 17 dereceyi kullanmaya başladı.
Kullanılan derecelerin farklı olması, namaz vakti olarak takvime farklı yansıyor. Derece farklılığından dolayı yatsı ve imsak vaktinin girmesiyle alakalı tartışmalar olabiliyor. Fıkhî olarak yatsı vakti, güneş battıktan sonra ufukta kızıllık kaybolduğu zaman başlar. Buradaki tartışma, “Kızıllık ne zaman kayboluyor?” üzerine yapılıyor. Bununla ilgili farklı görüşler var. İmsak ve yatsı için farklı dereceleri beyan edenler de olmuştur. İslam alimlerinin ittifak ettiği 17, 19′dur. Biz, Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın eserini de göz önünde bulundurarak, ufuktan kızıllığın kaybolma anının derece olarak karşılığını, 17 olarak kabul ediyoruz.
Yükseklik namaz vakitlerini etkiler mi?
Bir yerin namaz vaktini hesaplamada, sıcaklık, nem, basınç, yükseklik çok önemlidir. Dünyanın her yerindeki sıcaklıklar sabit, nemler basınçlar sabit ve yükseklikler sıfır olarak kabul ediyorlar, böyle bir şeyin olması ilmen mümkün değildir. Böyle bir şeyi iddia edemezsiniz. Biz bu durumları dikkate alarak sabit temkine ve ilave olarak birde yükseklik temkini kullanıyoruz. İnsanlar sabit temkini konuşuyorlar ama bunu (yüksekliği) bilmiyor.
Boğazı bir Üsküdar’dan seyretmek var, bir de Çamlıca tepesinden. Çamlıca tepesine çıktığınızda herkes Üsküdar’dakiyle aynı manzarayı gördüğünü iddia edebilir mi? Çamlıca Tepesinden İstanbul’u farklı ve daha geniş açıdan görebilirsiniz. İşte bunun gibi yükseklik namaz vakitlerini çok etkiliyor.
Mesela ülkemizde 250 metre yükseklik İstanbul’un namaz vakitlerini 3-4 dakika etkiler. Bu yükseklikte yazın vakit geç girer, kışın da tam tersi olur. Bu fark kutuplara doğru daha da artar. Köln’de 250 metre yükseklik namaz vakitlerini 8 dakika, Oslo’da 19 dakika, kutuplara doğru ise daha fazla etkiler. Ben 35 dakika fark olan yerleri bizzat gördüm. Yüksek binalar da buna benzer. Binanın ilk katıyla en üst katında vakit aynı anda girmez. İstanbul’da yüksek binada (250 metre) oturan birisi iftarı alt kattakinden 4 dakika sonra açması gerekir.
Oslo, Stocholm özellikle de İskandinav ülkelerinde yüksekliğin etkilediği çok anormal şeyler var. Her yerin farklı yükseklikleri, farklı değerleri var. En önemlisi, bulunan enlemden kaynaklanan ışığı alış açıları da farklı.
Biz fıkıh kitaplarından, “Görerek başlayın; görerek bitirin.” bilgisini öğrendik. Aynı şekilde namaz vakitlerinde de vaktin olabilmesi için çıplak gözle görülebilmesi esastır. İnsanlar güneşin batmadığını görüyorsa, siz istediğiniz kadar formül ve hesaplama deyin, bu doğru olmaz.
Bir şehir için hesapladığınız vakit, şehrin tamamında nasıl kullanılıyor?
Bir şehrin namaz vakitlerini oranın valilik binasının koordinatlarına göre hesaplıyoruz. İstanbul valiliği için yapılmış bir hesabı Tuzladan Çatalca’ya, Adalar’dan Beykoz’a, Ümraniye’den Zeytinburnu’na kadar İstanbul’un her tarafında kullanıyoruz. Hatta eskiden Yalova bile İstanbul’un vakitlerini kullanıyordu. Yani, “Nokta için yaptığımız hesapları alanda kullanıyoruz.” Ayrıca Fazilet Neşriyat takvimin sonunda ilçelerin vakitleri de var.
Aslında nokta hesabı nokta atışı için kullanılır. Mesela bir yere ulaşılacaksa oranın koordinatlarının bilinmesi yeterlidir. Lakin noktada yaptığımız hesabı alanda kullanacaksak, o zaman bu alanın tamamını göz önünde bulunduracak bir hesap ortaya koymamız icap eder. Çünkü insanların hepsi o noktaya göre ibadet edecek. Onun için de bizim özellikle sabit temkin değerlerini bu alanı kapsayacak şekilde yapmamız gerekir. Biz buna”isabetli değer” diyoruz.
Bu hususta en çok sorulan, “Ortalamasını mı kullanıyorsunuz?” sorusu oluyor. Öyle bir şey olamaz. Ortalamayı kullandığınız zaman maksimum ve minimum değerlerini göz ardı etmiş olursunuz. Biz orada maksimum ve minimum değerleri alıyoruz, onları kapsayacak şekilde ortalama değil isabetli değeri tercih ediyoruz.
İsabetli değeri bulmak için de sıcaklık, nem, basınç, yükseklik, enlem, boylam, arazi yayılımı gibi değerlerin hepsini göz önünde bulunduruyoruz. Dikkat ederseniz bu değerlerin hepsi uluslararası standartta astronomi otoritelerinin tarafından kullanılan ölçüler ve değerler. Yani sadece bize özel değerler değil, uluslararası kabul görmüş formülleri kullanıyoruz. Ancak bizim bir farkımız var; O da bu bilgileri fıkhî süzgeçten geçiriyor olmamız.
Vaktin girmediği bölgelerde nasıl bir uygulama yapıyorsunuz?
Öncelikle mesele hakkındaki fıkhî görüşleri izah edelim. Hanefi mezhebine göre “Bir yerde vakit girmiyorsa orada namazın farziyyeti düşer.” bunu yatsı namazı için söylüyorum. Şafi mezhebine göre ise Cibril Hadisi uygulanır. Yani, vakit giren en yakın yere göre amel edilir.
Almanya ve kutup bölgesine yakın ülkelerde (47 derece 30 dakika ve üzeri) yatsı namazı ve sabah namazı gerçekten çok zor icra ediliyor. Yatsı vakti girdikten birkaç dakika sonra sabah namazının vakti giriyor. İnsanlar bu azıcık vakitte namazı kılma hususunda zorluk yaşıyorlar. Onun için vaktin sukut etmesi (düşmesi) fetvası bir nimettir.
Hanefi mezhebine göre vaktin girmediği yerlerde biz namaz vaktini yazmıyorduk. Ama fıkhi bilgileri zayıf olan insanların endişeli sözlerine karşı fitneye (karışıklığa) sebep olmasın diye takvimlere takdiri vakitleri koymaya başladık.
Ancak, “Hanefi mezhebine göre amel etmek istiyorsanız fetva budur. Şafi mezhebine göre amel etmek istiyorsanız fetva budur.” şeklinde izahatı da ekledik.
Fazilet Takvimi dünyada kaç farklı bölgenin namaz vakitlerini hesaplıyor?
Biz 50′den fazla ülkenin ve 2 bine yakın şehrin namaz vakitlerini hesaplıyoruz. Bu sayı her geçen gün artarak devam ediyor. Geçenlerde bizden Bumerans diye bir kutup şehrinin namaz vakitleri istendi. Bu hadise bizi çok duygulandırdı. Çünkü orası kutup bölgesinde bir şehirdi. Orada da Müslümanlar vardı. “Kutuplarda namaz vakti nasıl hesaplanır?”diye kutup bölgesinin teorik hesaplarlarını yapıyorduk. Lakin pratiğini hiç yapmamıştık. Hesaplamalarını yapıp gönderdik.
Netice olarak söylemek istedikleriniz neler?
Şu an geldiğimiz yer, rüyasını bile göremeyeceğimiz yer, Elhamdülillah! Teknolojinin gelişmesi, matbaa tekniklerinin gelişmesi, bir de ekonomik imkânların artması işimizi kolaylaştırdı. İlk namaz vaktini hesapladığımda sadece bir şehir 25 dakika sürüyordu. Biz bugün 5000 şehrin namaz vakitlerini hesaplıyoruz. O hızla bunu bir yılda dahi tamamlayamazdık.
Çalışmalarımızı iyi bir ekiple sürdürüyoruz. Teknik alt yapıya yatırımlar yapıldı. Vizyonumuz da bu yüzyıla uygun. Şu an koordinat çalışmalarında belli bir noktaya gelindi. Namaz vakitlerinde isabetli olduğumuzu herkes söylemeye başladı. Müslümanların olduğu her yere Hazreti Allah’ın yardımıyla namaz vakitleri hizmetini götüreceğiz inşallah.

Her Namazın Bir Vakti, Her Vaktin Bir Hesabı Var


Her Namazın Bir Vakti, Her Vaktin Bir Hesabı Var

Her ibadetin bir vakti, her vaktin de bir hesabı var. Buradaki hesap iki türlü. Biri namaz vakitlerini hesaplama, diğeri ise farzı yerine getirip getirmemenin hesabını vermekle alakalı. Birincisinde Müslümanlar ibadetin zamanını hesaplıyor, ikincisinde ise yapılan ibadetin hesabını Hazreti Allah’a veriyorlar. Bu yazımız, namazın vaktini hesaplamakla alakalı. İbadetin hesabını vermek tabi ki daha önemli; ama şimdilik küçük bir hatırlatma ile iktifa ediyoruz.
Bu yazıyı okumaya başlamadan önce bir şey yapmanızı istiyorum. Gecelerini gündüzlere katarak, İslamiyet’i en güzel şekilde yaşayıp diğer Müslümanlara da yaşatmak için Kuran-ı Kerim, sünnet-i seniye ve icma’dan hüküm çıkartan müçtehitlerin ruhlarına Fatiha okumanızı rica ediyorum. Çünkü onlar, hayatın her alanına ve insanların her anına sirayet eden bu dini, farklı farklı memleketlere, kültürlere, ırklara ulaştırmakla kalmadılar, dünyanın farklı coğrafyalarda yaşayan insanların karakter ve mizaç farklılığına rağmen ahkâm-ı ilâhiyeyi onlara en iyi şekilde tatbik ettirdiler. Onların Kuran-ı Kerim, sünnet-i seniye ve icma’dan hassasiyetle çıkarttıkları hükümleri yüzyıllar sonra bizler bile, şimdi gönül rahatlığı ile tatbik edip sevap kazanıyoruz. Elhamdülillah.
Namaz vakitleri Kuran-ı Kerimde yedi yerde zikredilmiştir. Bu yerlerden Rûm Süresi ayet on yedi ve on sekizde Hazreti Allah şöyle buyuruyor: “Akşama ulaştığınızda, (akşam ve yatsı vaktinde) sabaha kavuştuğunuzda, gündüzün sonunda ve öğle vaktine eriştiğinizde Allah’ı tesbih edin (namaz kılın), ki göklerde ve yerde hamd O’na mahsustur.”
İbn Abbas Hazretleri bu ayet-i kerimelerle alakalı “Hazreti Allah bu iki ayet-i kerimede beş vakit namazı vakitleriyle beraber bildirmektedir.” diyor. Ayet-i kerimede namaz vakitlerinin sınırları, bizim anlayabileceğimiz şekilde net olarak çizilmemiş. Ancak bu sınırlar daha sonra Peygamberimiz’in tarifine uygun olarak tespit edilmiştir. Çünkü Kuran-ı Kerimde geçen beş vakit namazın vakitlerinin ince bir şekilde uygulamalı tayini, Efendimiz tarafından yapılmıştı.
Peygamber Efendimiz’in ashabına uygulayarak gösterdiği vakitler, kendisine Cebrail Aleyhisselam tarafından, bir defa namazların ilk vaktinde, bir defa da son vaktinde kıldırarak gösterilmiştir.
Her ne kadar yeni teknolojilerin kullanımıyla namaz vakitleri çok daha farklı usuller kullanılarak tayin edilse bile, ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerden çıkartılan hükümler göz önünde bulundurulmadan, ibadet edilecek vakitlerin tespiti mümkün değildir. Beş vakit namazın hükümlerine, vakitlerin hesaplanmasına ve hesaplanan bu vakitlere ilm-i fıkhın yolunda verilen fetvalarla temkinleri ilave edilerek son halinin verilmesine geçmeden önce, namaz vakitlerinin tarihi seyri ve bu seyir içerisinde yapılan çalışmaları, pratik uygulamaları ve icat edilen aletleri kısaca tanıyalım.
Takvimin tarihi seyri
Astronomi ilmi, tarihte diğer milletler tarafından “hobby” olarak görülürken, Müslümanlar astronomiyi ibadetleri kolaylaştıran bir ilim olarak ele almışlardır. Bu sebeple İslam dünyasında astronomi, ibadet vakitlerinin farklı muhitlerde pratik uygulama çalışmalarının yürütüldüğü saha olmuştur.
Daha ilk dönemlerden itibaren Müslüman âlimler, bilimin imkânlarından faydalanarak rasathaneler kurdular. Buralarda pratik aletler icat ederek bunları, ibadethanelere kurulan muvakkithanelere yerleştirip, yaptıkları hesaplar pratik kullanıma sundular. Ve yüzyıllarca muvakkitler tarafından namaz vakitleri dosdoğru hesaplandı. Muvakkitlerin olmadığı yerlerde kendilerine namaz vakitlerini hesaplama ilmi öğretilen müezzinler, bu işi yaparlardı.
Rasathanelerde âlimler tarafından yapılan rasatlar, âlimlerin fetvaları ile birleştirilerek o zamanki pratik hayatta kullanılan karşılığı ile ifade edilir, kayıt altına alınırdı. İfadeler genelde güneş saati dilinden yazılırdı. Bunun yanında usturlap, Rubu’ tahtası ve su saati cinsinden de kayıtlar tutulurdu.
Güneş saati: Müslümanlar güneşi günlük, ayı ise aylık ve yıllık ibadetlerini düzenlemek için kullanırlar. Bu, Hazreti Allah’ın Müslümanlara bir lütfudur. Güneşin gökyüzündeki durumunu tanımlamada kullanılan aletlere güneş saati denir. Güneş saatleri dünyanın farklı coğrafyalarına yayılan Müslümanların ibadetlerini kolayca yapabilecekleri pratik bir alet olarak kullanılmıştır. Mekanik saatlerin kullanılmasından önce taşınabilir güneş saatleri kullanılıyordu. Bu saatlerde zamanın tayinini hesaplamak için bir çubuğun gölgesinden faydalanıyordu. Yatay, silindir ve ekinoksiyal diye tarif edilen farklı güneş saatleri vardı. Bu saatlerde çubuğun gösterdiği çizgi, gerçek güneş zamanını işaret ediyordu.
Usturlâb: Bu alet, esas itibarıyla gökyüzünün bir düzlem şeklinde panoramik olarak gösterilmesi esasına dayanır. Bir çeşit hareketli gök haritası diye tarif edilebilir. Usturlâbın üzerinde ibadet vakitlerini hesaplamada aracı olan güneş’in ve önemli bazı yıldızların konumları ile kullanım için yapılan tanımlar yazılıdır. Usturlâb; lineer, düzlemsel =(doğrusal) ve küresel olmak üzere üç sınıfa ayrılır. Usturlâb ile yer tayini, yıldızların yüksekliği, günün saati, matematik hesaplamaları, enlem dairesinin hesabı gibi birçok hesaplama yapılabilir.
Rubu’ tahtası: Şekli bir dairenin dörtte biri kadar tahtadan yapıldığı için bu ismi almıştır. “Osmanlı bilgisayarı” denilen bu alet yardımı ile gök cisimleri gözlenerek yükseklik açıları tespit edilebilirdi. Namaz vakitlerinin hesabında yükseklik çok önemlidir. Vakit hesaplamada Müslüman alimler bu noktayı çözerek bize büyük kolaylık sağladılar. Rubu’ tahtası üzerinde altı daire yayı bulunur. Bu yaylardan her biri öğleden evvel ve öğleden sonra farklı saatleri gösterir. Bu yaylara saat-i zamaniye denir. Bu çizime göre gece ve gündüz on iki kısma ayrılmıştır.
Muvakkithaneler: Namaz vakitlerinin güneşe göre hassas bir şekilde tayin edildiği, ayrıca kıble yönü ile hicri ay başlangıçlarının tespit edildiği yerlerdir. Muvakkithaneler ilk Emeviler döneminde ortaya çıkmış daha sonra zamanla kurumsallaşmışlardır. Kurumsallaşmanın zirve dönemi olan Osmanlı döneminde muvakkithanelere tayin edilecek kişilerde aranan özelliklere baktığımızda buraları daha iyi anlayabiliriz. Muvakkit İlm-i Nücum’a (astronomi) ait bilgilere vâkıf olmasının yanında İlm-i Mîkât (namaz vakitleri) ile ezan vakitlerini müezzinlere bildirecek, irtifa (yükseklik) alma fennini yapabilecek, muvakkithane saatlerinin doğruluğunu kontrol edecek, Cuma ve Bayram namazlarında müezzinlerle beraber mahfilde hazır bulunacak.
Müneccimbaşı ve ilk takvim hazırlığı
Günlük, aylık ve yıllık ibadetleri muntazaman bir araya getiren takvimler, Müslümanların kıymetini bilmeleri gereken çok büyük bir kolaylıktır. Şimdi evlerimize astığımız takvimler, aslında uzun bir yolculuk neticesine oraya geldi. Bu yolculukta Osmanlı Devleti’nin bir kurumu olan Müneccimbaşılığın önemli bir yeri vardır. Müneccimbaşı; Osmanlı Devleti’nde astronomi kurumunun başındaki kişi demektir. Ayrıca Müneccimbaşılar namaz vakitleri hakkında yazdıkları eserler ve düzenledikleri astronomik cetvellerle din ilimleri literatürüne çok önemli katkılar sağlamışlardır.
Zamanla tek bir cetvelde topladıkları bilgilerin şimdiki pratik takvimlere dönüşmesinin ilk adımı, nevruzdan nevruza yıllık olarak Padişah için özel hazırlanıp takdim edilen cetvellerdir. Bu cetveller gayet süslü olarak hazırlanır ve içinde hicri, rumi takvimin günleri ile mevsimler, yapılıp yapılmaması gereken işler yer alırdı. Hazırlanan cetveller matbaanın icadından sonra basılıp neşredilmeye başlanmıştır. O tarihlerde takvim neşretme imtiyazı müneccimbaşılara verilmişti.
Ayrıca İstanbul’da bulunan muvakkithanelerin idaresi müneccimbaşına bağlıydı. Oralara tayin edilecek muvakkitlerin yetişmesi ve imtihanlarını müneccimbaşı takip ederdi. Mekteb-i Fenni Nücûm gibi müneccimbaşına bağlı olarak müvakkit yetiştiren astronomi okulları da kurulmuştu. Son müneccimbaşı Hüseyin Hilmi Efendi’nin 1924′de vefatından sonra, yeni müneccimbaşı tayin
edilmedi. Bunun yerine aynı zamanda ressam olan meşhur muvakkit Ahmet Ziya Bey başmuvakkit olarak getirildi.
Süleyman Hilmi Tunahan Efendi Hazretleri de son Müneccimbaşı Hüseyin Hilmi Efendiden muvakkitlik dersi alan üç kişiden biridir. Ve Hüseyin Hilmi Efendinin hicri 1342 miladi 1924 senesi için hazırladığı takvimi Türkiye’de 1982 yılında kullanılan takvimin aynısıdır. Peki, namaz vakitleri nasıl hesaplanıyor da teknoloji gelişmesine rağmen namaz vakti hesaplamalarında dakika bile oynamıyor?
Namaz vakitleri nasıl hesaplanıyor?
Namaz vakitlerini hesaplamak, ilmi olduğundan fazla, dini bir meseledir. Bildirilmiş olan vakitleri hesap etmek doğrudur. Ancak hesap ile bulunan vakitler din âlimleri tarafından tasdik edilmesi şarttır. Biz Türkiye’de ve Dünya’da en fazla kullanılan takvimlerden olan Fazilet Takvimi’nin namaz vakitlerini hesaplama usulünü takip ettik. Fazilet Takvimi namaz vakitlerini dört hak mezhep -öncelikle hanefi mezhebi- imamlarının içtihatlarına dayandırmaktadır.
İçtihadın ehemmiyeti ve âlimlerin tasdikinin namaz vakitleri için neyi ifade ettiği Taşköprülüzade’nin Mevdû’at-ul-ulûm adlı eserinde şöyle izah edilmektedir: ” Namaz vakitlerini hesap etmek farz-ı kifayedir. Müslümanların namaz vakitlerinin başını ve sonunu güneşin hareketinden veya alimlerin tasdik ettiği takvimlerden almaları farzdır.” İbadetlerin vakitlerini tayin etmek astronomiden yardım almayı icap ettirirken, tayin edilen vakitlerin tasdiki ayet-i kerime, hadis-i şerif ve müctehidlerin içtihatlarının dairesinde olur. Bu daire de fıkıh alimleri tarafından çizilir.
Bir yerin namaz vakitlerinin doğru olarak hesaplanabilmesi için; küresel üçgen formüllerinin ve diğer astronomik formüllerin fıkhî esaslara tam olarak tatbiki gerekmektedir. Bunun için hesaplamalarda sadece “geometrik değer” sonuçları değil, fıkhî ölçülere uygun olan “görülen değer” sonuçları esas alınır. Çünkü geometrik değer ile hesaplamalar yapıldıktan sonra hakiki vakitler tespit edilir. Ancak bir namazın geometrik vakti ile şer’i vakti arasında bir temkin zamanı farkı vardır. Bu fark olmadan geometrik olarak vakit girse de şer’i olarak namaz vakti girmemiş olabilir. Buna en güzel misal güneş kırılmalarının çok görüldüğü yüksek boylamlardır. Şekil 1′de görülen fotoğrafta geometrik hesaplamaya göre güneş batmış olması gerekiyor. Ancak güneş batmamış gözüküyor. Çünkü burada yüksek oranda güneş kırılması var, hesaplamaya temkin ilave edilerek şer’i vaktin bulunması gerekiyor.
Temkin vakti nedir? Kullanılması zorunlu mu?
Çeşitli sebeplerden dolayı astronomik değerlerin gerçek değer yerine namaz vakti yerine kullanılamayacağını anlattık. Bunun yerine namaz vakitlerinin hakiki değerlerini koruyabilmek için İslâm âlimleri bazı zarurî tedbirler almışlardır. Geometrik değerlerin yine astronomi otoriteleri tarafından yaygın kabul gören ilmî teoriler, kurallar ve metotlar çerçevesinde düzeltmeler zaruri tedbirleri oluşturdu. İşte bu tedbirler sonrasında ortaya çıkan hakiki değerleri elde etmek için yapılan düzeltmelere “Temkin” adı verilmektedir.
Temkin, daha ihtiyatlı olmak için yapılmış bir düzeltme değil, fıkhî olarak yapılması zarûrî bir düzeltmedir. Bu düzeltmelerden sonra ortaya çıkan değerler fıkhî ölçülere uygun hale gelir. Binaenaleyh temkinsiz vakitlerin kullanılması sakıncalıdır.
Temkin hususu önemli olduğu için burada beş madde ile izah etmeye çalışalım. Ancak bu hususta tafsilatlı malumat edinmek isteyenler için Tahtavî’nin “Merâkıl-Felah”, Ahmet Ziya Bey’in “Rub’ı Dâiresi”, Kedûsî’nin “İrtifa Risalesi” ve Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın “Riyâz-ul-muhtar” gibi eserlere ulaşarak incelemelerini tavsiye ediyoruz. • Temkin vakti hesaplanırken dört hususa dikkat edilir. Güneşin yarıçapı (Nısf kutr-i şems), Güneş ışınlarının kırılması (inkısar-ı şuâ), bulunulan yerin yüksekliği (inhitât-ı ufuk) ve bulunan yerin güneşe göre paralaks (açı) (ihtilaf-ı manzar). Bu dört fiziki unsurdan ilk üçü toplanarak dördüncüsünden çıkarılarak elde edilen değere temkin deniliyor.
•    Bir şehirde, muhtelif yükseklikler için, bir namazın muhtelif vakitleri olur. Hâlbuki bir şehirde, bir namazın tek bir vakti vardır. Bundan dolayı, namaz vakitleri için zâhirî ufuk (görünen ufuk) hatları kullanılamaz. Yükseklik ile değişmeyen (Şer’î ufuk) hattından olan şer’î irtifâ’ kullanılır.
•    Güneşin şer’î ufukdan geçmesi, hakîkî ufukdan geçmesinden evvel olan, zevâlden evvelki vakitler için, hesab ile bulunan hakiki vakitten temkin çıkarılınca, doğru vakit olan şer’î vakit bulunur. İmsâk ve tulû’ (güneşin doğuşu) vakitleri böyledir. “Temkin Müddeti”, imsâk ve güneşin doğuşu vakilerinden çıkarılır, diğer vakitlere ise ilâve edilir.
•    Bir şehrin temkin zamanı, enlem derecesi ve güne göre değişiklik göstermektedir. Bir şehrin temkin miktarı her gün ve her saat aynı değil ise de her şehir için ortalama bir temkin zamanı vardır.
•    Maarif nezaretinin 1898 yılında imsak vakitleriyle ilgili yayınladığı “Muhtasar ilm-i heyet” isimli kitapta temkin şöyle anlatılmıştır: “-17 derece üzerine İşâ-i Evvel, -19 derece üzerine de vakt-i fecir ve İşâ-i Sâni hesap edilir. Fecirden temkin tarh olunmakla imsak bulunur.
Burada hemen sabah ve yatsı vaktini hesaplamak için baz alınan 17 ve 19 dereceleri bahsine geçelim.
Vakit hesaplamada 1719 dereceler neyi ifade ediyor?
Namaz vakitlerini hesaplamanın teknoloji ile bağlantısı fazla abartılıyor. Peygamber Efendimiz’in gösterdiği usulle teknoloji imkânları kullanılmadan bile namaz vakitleri bilinebilir. Hazreti Allah hikmeti gereği namaz vakitlerini kolay şeylerle kayıtlamıştır. Ancak vakitlerin sınırları, dakika dakika milimetrik hesaplamalar söz konusu olduğunda teknoloji bir nebze olsun devreye giriyor.
Teknolojinin devre girmesiyle rasathanelerde hesaplamalar yapıldı. Bu hesaplamalar sonunda yatsı ve sabah namazı vakitlerinin hesabında kullanılan güneşin irtifası (yükseklik), küresel trigonometrinin işin içine dahil edilmesiyle derecelerle ifade edilmeye başlandı. Yapılan hesaplamalarda âlimler, sabah namazı vaktinin girişinin, yani fecrin doğuşunun, güneşin ufkun 19 derece altına geldiği an olduğunu hesaplayıp bu açıyı esas aldılar. Vakitlerin usturlap, rubu tahtası gibi aletler kullanarak hesap yöntemi ile tayinin yaygın olduğu dönemlerde sabah vakti girişi 19 derece irtifa açısı, yatsı vakti girişi ise 17 derece irtifa açısı kabul edilmişti.
Sonraki tarihlerde özellikle batıda yapılan astronomik ölçümlerde, alaca karanlığın 12 ila 18 dereceler arasında oluştuğu tespit edilmiş ve bazı yerlerde 18 derece imsak açısı
olarak kabul edilmeye başladı. 1982 yılında diyanet takvimlerinde de imsak vakti 18 derece esas alınarak hazırlanmaya başlandı. Güneşin batmasından, ufkun 19 derece altına gelmesine kadar geçen süre dünyanın her yerinde aynı olmaz. Bu süre mesela Türkiye ile Almanya arasında birkaç saat farkına kadar çıkabilir.
Esasında uygulama aşamasında bir derecelik açının önemi yok gibi görünebilir. Ancak birkaç nokta, Müslüman âlimlerin 19 derecelik açıyı kabul etmelerindeki hassasiyeti göstermektedir. Özellikle günümüzde yoğun günlük meşakkatler içerisinde Müslümanların sınırlara yaklaşma istekleri, namazların vaktinin dışında kılınma tehlikesiyle karşı karşıya getirmiştir. İmsak ve yatsıdaki astronomik şartlar aynı olmayışı, imsak vaktinde karanlığa alışmış bir gözün ilk ışığı tespiti ile akşam aydınlığa adapte olmuş bir gözün son ışığı tespitinden daha kolay olması, aynı derecenin hem imsak hem de yatısı için kullanılmasını zorlaştırmaktadır. Bir de imsak vaktinde nem, sis ve sıcaklık değerleri, yatsı vaktinin şartlarından farklıdır. Son olarak imsak ve yatsı vakitlerindeki alacakaranlığın, ufuk hizasında farklı konumlarda oluşması ve böylece farklı yeryüzü şekillerine ait atmosfer tabakalarının ışığı farklı kırması ve farklı konumlardaki irtifaların aynı olmaması hassasiyetleri arttıran sebepler olarak karşımıza çıkmaktadır.
Zaten meseleye son noktayı 1958 yılında, Diyanet İşleri Başkanlığınca yayınlanan namaz vakitlerinin yanlış olduğunu yazan bir köşe yazarına verilen cevap koyuyor. “İmsak vaktine gelince; Yazınızda, ‘gerek İngilizler, gerek Amerikalılar, gerek Fransızlar bu vakti güneşin 18 derece ufkun altında bulunduğu zaman olarak kabul etmişlerdir.’ diyorsunuz. Acaba Hıristiyan olan bu üç millettin imsak vaktinde hangi ibadetleri var ki imsak vakti için böyle bir dereceyi esas olarak kabul etsinler. Böyle yapmış olsalar dahi, İslam hey’etşinasları tarafından mezkûr vakit İslamî kaidelere göre takdir edilmişken bu hususta yabancılara uymak mecburiyeti nereden çıkıyor”?
1958 yılındaki Diyanet İşlerinin verdiği cevap aslında astronomik tan ve fecri sadık ilişkisini sorguluyor. Astronotlar için 18 derece önemli namaz vakitleri de bu 18 dereceye yakın, burada astronomik tan olan 18 derece, fecri sadık kabul edilebilir mi sorusu ortaya çıkıyor.
Astronomik tan, fecr-i sadık kabul edilebilir mi?
Astronomik tan dıldız gözlemleri için kullanılnı, Yıldız gözlemleri güneş battıktan sonra tan yeri ağarıp aydınlığın vuku bulmasına kadar devam eder. Astronomik tan açısının hesaplanabilmesi için güneşin batma anı ile güneşin doğmaya başlama anı önemlidir. Bu iki vakit “astronomik tan” diye bilinir. Aslında astronomide üç tan vardır. Bunlar güneşin ufkun 18 derece altında olduğu zamana astronomik tan, güneşin ufkun 12 derece altında olduğu zamana denizci tanı ve güneşin ufkun 6 derece altında olduğu zamana ise sivil tan denilmektedir.
Fecr-i sadık ise fıkhi olarak gecenin bitip gündüzün başlamasıdır. Sabah namazı vakti ile orucun başlangıcı fecr-i sadıkta olur. Yalnız burada fecr’in birinci fecr (kazıb) ve ikinci fecr (sadık) diye iki defa vuku bulduğunu hatırlamak gerekir. Birinci fecirde güneş ışınları ufukta kısa bir süre görünüp kaybolur. Asıl fecr ise bu kaybolmadan sonra vuku bulur. İkinci fecirde artık güneş ışınları bir gün boyunca kaybolmamak üzere gelir. Bu meselede ise bizce astronomi mütehassısı Ahmet Ziya Bey son noktayı şöyle koyuyor: “Avrupalılar fecr-i sâdıkın başlaması olarak, ufuk üzerinde beyazlığın tamamen yayıldığı vakti hesap alıyorlar. Bunun için fecir hesaplarında, güneşin irtifâ’ını -18 derece alıyorlar. Biz ise ufuk üzerinde beyazlığın ilk görüldüğü vakti hesap ediyoruz. Bunun için de şemsin irtifâ’ının -19 derece olduğu vakti buluyoruz. Çünkü İslam alimleri, imsak vaktinin beyazlığın ufk-ı zâhirî üzerinde yayıldığı vakit değil, beyazlığın ufuk üzerinde ilk görüldüğü vakit olduğunu bildirdiler.
Beş vakit namazın vakti ve mekruh vakitler
Beş vakit namazın tam vakitleri ve namaz kılmanın tahrimen mekruh olduğu zaman dilimleri Peygamber Efendimiz’in hadis-i şerifleriyle sabittir. “Üç vakit vardır ki, Allah Resûlü (s.a.v) bizi o vakitlerde hem namaz kılmaktan, hem de ölülerimizi gömmekten alıkoyuyordu: Güneş doğmaya başlayıp bir mızrak yükselenene kadar, zeval vakti güneş gök ortasından sapana kadar, güneş batmaya yönelip iyice batana kadar.” (Kütüb-i Sitte) Ukbe Bin Amir (R.A)’ın Efendimiz’den rivayet ettiği bu hadis-i şerife dayanarak mekruh vakitler, işrak, istiva ve isfirar adıyla zikredilmiştir.
Câbir bin Abdullah ile İbn-i Abbâs ve Ebû Hüreyre (r.anhüm)’den rivâyet edilen hadîs-i şerîfte ise Nebiyy-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz namaz vakitleriyle alakalı şöyle buyurmuşlardır:
“Cibril (a.s.) bana iki defa (yani iki gün) Beyt-i Muazzam’ın yanında imam oldu. İlk def’a güneşin gölgesi bir nalın tasması kadar uzadığında bana öğle, her şeyin gölgesi birer misli uzadığında ikindi, oruçlu orucunu açtığı vakitte akşam, şafak kaybolduğunda yatsı, oruçluya yemek-içmek haram olduğu vakitte sabah namazını kıldırdı. Ertesi gün öğle namazını her şeyin gölgesi bir misli, ikindi namazını iki misli olduğu, akşam namazını oruçlu iftar ettiği zamanda, yatsı namazını, gecenin sülüsüne (son üçtebir) doğru, sabah namazını da ortalık iyice aydınlandığı vakitte kıldırdı. Sonra da bana döndü ve: ‘Yâ Muhammed, bu, senden evvelki peygamberin vaktidir. Namaz vakti işte bu ikişer vakitler arasındadır’ dedi.”
Öğle namazının vakti
Cebrâil aleyhisselâm’ın namaz vakitlerini bildirmek için Mîrac Gecesi’nin hemen akabindeki günde vukû bulmuş ve ilk kıldırdığı namaz salât-ı zuhur (öğle namazı) olduğundan bu namaza, salât-ı ûlâ (birinci namaz) denilmiştir. Astronomi bakımından da öğle namazının vakti diğer vakitlerin mebdei; başlangıcı olmuştur. İlk olarak öğle namazının vakti hesap edilir, diğer vakitlerin hesabı ondan sonra ve ona istinaden yapılabilmektedir.
Gündüzün tam ortasında güneşin en yükseğe çıktığı noktadan alçalmaya başladığı zaman -ki, buna zevâl vakti denir- öğle namazı vakti başlar ve ikindi namazının vaktine kadar devam eder. İkindi namazının birinci ve ikinci ikindi olmak üzere iki vakti vardır.
İkindi namazının vakti
Güneş gündüz en yüksek noktaya çıktığı anda, Nısfü’n-Nehâr Kavsi (yani, bulunulan yerin meridyeni) üzerindedir ve bu anda her şeyin gölgesi en kısadır. Her şeyin gölgesinin en kısa olduğu bu zamana “Fey’-i zevâl” denilir.
Bir cismin fey’-i zevâldeki gölgesine o cismin boyu kadar daha gölge ilave olduğunda, yani cismin gölgesi bir misli kadar uzunluğa ulaştığında, ikindi namazının birinci vakti girmiş olur. Buna “asr-ı evvel” denir ve bu imâmeyn kavlidir. Cismin boyu iki misli kadar olduğunda ikindi namazının ikinci vakti girmiş olur ki buna “asr-ı sânî” denir ve bu İmâm-ı A’zam’ın kavlidir. Bir kimse öğle namazını birinci ikindi vaktinden on dakika evveline kadar kılamaz ise, ikinci ikindi vaktine on dakika kalıncaya kadar kılabilir ve ikindi namazını da ikinci ikindi vakti girdikten sonra kılar. Asırlarca uygulanan müftâbih görüş (kendisiyle fetva verilen) ve mâ’mûlünbih (kendisiyle amel edilmiş) olan birinci ikindi, yani asr-ı evvel kullanılmıştır.
Akşam namazının vakti
İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe, İmam Şâfiî, İmam Mâlik ve İmam Ahmed bin Hanbel rahimehümullah indinde, güneş ufuktan battıktan sonra güneşin merkezi, ufuktan bir derece aşağı indiğinde akşam namazı vakti girer. Akşam namazının son vakti ihtilâflı olduğundan ihtiyâten yatsı vaktinden 15-20 dakika evvel bitirilmiş olmalıdır. Bununla beraber sıkışık durumlarda, yatsı namazının vakti girinceye kadar da akşam namazı edâ edilir, kazaya bırakılmaz.
Yatsı namazının vakti
Güneş battıktan sonra, ufkun altında alçalmaya devam eder. Bu arada batı ufku bir süre kızıl bir renk alır, ardından da kısa süreli bir beyazlık devam eder. Güneş battıktan sonra ve doğmadan önce gökyüzünde güneş ışınları atmosfer içinde kırılma ve dağılmaya uğrar. Modern astronomi cihazlarıyla yapılan ölçümlere göre de bu hâdise, güneş battıktan sonra güneşin ufuktan -17 derece alçalmasına kadar devam eder. Bu andan itibaren güneş ışınları atmosfere giremez, gözden kaybolur ve gece başlar. İslâm âlim ve râsıdlarına göre; akşamleyin güneş ufuktan -17 derece aşağı indiği zaman ufuktaki kızıllık kaybolur, bu vakit, yatsının başlangıcıdır.
Sabah namazının vakti
Gece yarısı güneş, en aşağı noktaya indikten sonra tekrar yükselmeye devam eder ve ufuktan -19 dereceye geldiğinde bu sefer doğu ufkunda tan hâdisesi (fecr) meydana gelir. “Fecr-i sâdık” başlar ve gece nihayet bulur. Bu anda ise kızıllıktan evvelki beyazlık başlar, fecr-i sâdık doğar; bu an imsâk vaktidir. Güneş ufuktan doğmadan evvel, güneşin merkezi ufka 1 derece yaklaştığı anda sabah namazının vakti biter ve güneş doğar.
Son olarak
Tatbik edilen bu hesaplama ve temkinlere göre; öğle, ikindi ve yatsı namazı vakitlerine 10′ar dakika, akşam namazı vaktine 7 dakika ilâve edilmiş; imsaktan 10 dakika, güneşin doğuşundan da 5 dakika çıkarılmıştır. Ancak bunlar teknik değerlerdir.
Bu sebeple Müslümanların, vakitlere titizlik göstermeleri, namazlarını vaktin sonuna kadar geciktirmemeleri, özellikle oruca başlarken ve imsak vakitlerini kullanırken daha dikkatli olmaları icap eder. Sabah namazını ise imsak vaktinden en az 15-20 dakika sonra kılmalarını tavsiye ediyoruz. Daha erken kılınması isabetli olmaz.
Vakit namazın farzı olduğu için, hesaba katılamayan hassasiyetlerin vakitlere tam uygulanamama ihtimali vardır. Böyle bir tehlikenin oluşmaması ve hesaplanamayan kaymaların olabileceği de göz önüne alınıp hataya düşmemek için, ihtiyatı elden bırakmamak gerekiyor.
Kaynaklar:
•    http://www.fazilettakvimi.com/tr/muhim_aciklamalar.html
•    Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 1991
•    İslam Ansiklopedisi
•    Türkiye Takvimi, “Namaz vakitleri hakkında hazırlanan rapor” İstanbul Mayıs 2003.
•    Lütfi Göker, Uluğ Bey Rasathanesi ve Medresesi, MEB, İstanbul1995.